“Çadırın kapısı da yok, çarpamıyorum!”

Ayşegül Özbek Ağustos 2023 Türkçe
Facebook Twitter

Salgın hastalık, bitlenme, suya ulaşım, eğitimin belirsizliği, oyun alanlarının güvensizliği, özel alanların olmayışı ve erken büyümek zorunda kalanlar… Depremin 6. ayında çocuklar için hâlâ pek çok sorun ortada duruyor.

“6 Şubat 6 Ay” dosyasının çocuk haklarına odaklanan bu bölümünde çocuk hakları alanında çalışanlar sorularımızı yanıtladı. Farklı detaylara değinen uzmanlar çocukların durumunu, depremzede ebeveynler ve bakım verenlerden ayrı tutamıyor.

Öte yandan çadırlarda, konteynerlerde özel alanın olmayışı çocuklar açısından da önemli sorunlardan biri. Bir çocuk, “Çadırın kapısı da yok çarpamıyorum, sıkıştım kaldım” diyor mesela.

Her Yer Çocuk ekibi altı aydır Hatay’da belli merkezlerde ve köylerde çocuklarla düzenli olarak bir araya geliyor.

Hatice Göz, ilk zamanlardaki akut hallerin kimisinin hafiflediğini belirtse de hâlâ pek çok sorunun sürdüğünü söylüyor.

“Çocuklardan yana bir politika yürütülmedi”

“Yıkım, sıcak, toz ve eksikliklerin ortasında da yaşam sürüyor. Eğitimden sağlığa, temel ihtiyaçlardan tutalım da oyun hakkına kadar hiçbir alanda pozitif bir ilerlemeden bahsedemiyoruz. Çocukların yaşamı deprem bölgesinde gerçekten çok zor.

“Bu altı ay içinde çok net söyleyebiliriz ki çocuklardan yana bir politika yürütülmedi. Var olanın genel geçer bir hali çocuklara da uygulanmış oldu. Daha ilk günlerden, kayıp çocuklardan tutalım da eğitim sorunlarına kadar hemen hiçbir şey çözülmedi, sorumlular sorumluluklarını yerine getirmediler.”

Çadır bölgelerinde akran zorbalığı

Genel bir değişimin olduğunu belirtiyor Göz:

“Çünkü tüm rutinleri, sosyal ve fiziksel çevreleri neredeyse tamamen değişti pek çoğunun. ‘Normalde’ kendi mahallelerinde evlerinde, okullarında, arkadaşlarıyla olurlarken şimdi bunlar yok. İlk aylarda olmasa da son aylarda kimi köylerde ve çadır bölgelerindeki çocuklarda akran zorbalığı ve şiddet eğiliminin yoğunlaştığını görüyoruz.

Depremle birlikte büyüyen çocuklar

“Özellikle ergenlik dönemi çocuklarda depremle birlikte hızlı bir ‘büyüme’ süreci başlamıştı. Çocuklar bir anda kendilerini çocukluktan çıkmış halde bulmuşlardı. Bu sürüyor çeşitli biçimlerde.”

Rutinleri olmadığı için sıkılma, bir şey yapmak istememe, öfkelenme gibi durumların da olduğunu aktarıyor Göz:

Oyun alanları: Demir, cam, keskin parçalar

“Çocukların alanı yok. Her yerde yıkım var. Kamyonlar kepçeler hızla geçiyorlar sokak aralarından. Her taraf demir, cam, sivri ve keskin parçalarla dolu. Oyunlarını buralarda oynamak durumundalar. Oyun biçimleri de doğalında buralara uygun olacak şekilde oluyor. Molozlar kalktıktan sonra dümdüz olan alanlarda futbol oynuyorlar mesela. Ya da hasarlı binalarda saklambaç…”

“Sadaka kültürü yayılıyor”

“Biz depremin başından beri çocuklarla alma-verme ilişkisi kurulmasın, oyuncak verip gidilmesin, o oyuncakla oyun aracılığıla ilişki kurulsun diyorduk. ‘Çocuklara oyuncak vermenin ne zararı olabilir ki?’ diyenler oluyordu. Geçenlerde bir çocuktan yine duydum, “atölyede bir şey verecek misiniz ona göre geleceğim” diye. Bu, çocukla kurulan çarpık ilişkiyle ilgili bir sorun. Kişiyi edilgenleştiren, sadaka kültürünü yayan bir sorun. Esas olan iletişimdir, dayanışmadır, oyunun kendisidir…

“Sıkıştım kaldım”

“Çadırlarda, konteynerlerde özel alan yok. Bu tüm yetişkinler için olduğu gibi çocuklar için de ciddi bir sorun. Sürekli olarak çatışmalar açığa çıkıyor. “Çadırın kapısı da yok çarpamıyorum, sıkıştım kaldım” demişti 15 yaşında bir çocuk bir keresinde.”

Eğitimdeki belirsizlik

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in okul terklerinden bahsettiğini hatırlatarak şöyle devam ediyor Göz:

“Hatay’da bizim olduğumuz yerlerde olan çocukların bir bölümü de dahil olmak üzere çok fazla çocuk çalışıyor uzun zamandır. Geçim derdi, evde yetişkinin olmaması, desteğin gelmemesi gibi etkenler var. Okul da yok. Bunu denetleyen de yok. Çocuklar fırınlar, inşaatlar, berber ya da lokantalarda çalışıyorlar. Çok küçük yaşlara kadar çalışan çocuklar görebiliyorsunuz. Şimdi bu çocuklar okul açıldığında devam edecekler mi? İhtiyaçları nasıl kim tarafından karşılanacak? Belirsiz.”

“‘Oyun’ deyip geçiyoruz…”

Aynı ekipten Mihriban Randa ise ilk anda çocuğun ekmek ve su gibi en temel ihtiyacı olan oyunun yetişkinler tarafından bir türlü fark edilmediğini söylüyor.

“Bazen oyun deyip geçiyoruz ama aslında içinde çocuğun dünyasını barındırıyor; sorunları, süreçleri, çözüm önerilerini, iyileşmeyi…”

“Depremi macera gibi anlatan var”

Herkes gibi çocukların da konuştukları konuların ve davranışlarının değiştiğini söylüyor Randa:

“Deprem anını bazıları korkuyla anlatırken bazıları da bir macera gibi anlatıyor. Çocuklardan biri ikinci depreme samanlıkta yakalandıklarını, nenesi ve dedesi dahil herkesin samanların üzerinde sanki trambolindeymiş gibi zıpladıklarını kahkahalarla anlatırken başka bir çocuk da babasının kendisini taşıdığını ve tavşan gibi zıpladıklarını anlatmaya başladı. Söylediğim gibi çocuklar oyunla iyileşiyorlar, depremi de bu şekilde oyunlaştırıyorlar.”

Mihriban Randa da bazı çocukların hızlı bir büyüme yaşadığını ve omuzlarına yüklenen sorumluluklarla oyundan uzaklaştıklarını belirtiyor:

“Rutinler değişti”

“Büyümek zorunda kaldılar da diyebiliriz. Yaptığımız çalışmalarda da bunu çok net görüyorduk. Kendisinden küçük kardeşi olan çocuklar kardeşini yanımıza bırakıp kenardan bizi izliyordu. Oyuna davet ettiğimizde yalnızca kardeşini getirmek için geldiklerini söylüyorlardı genelde. Onlar artık oyun oynayacak yaşı geçmişlerdi, başka sorumlulukları vardı.

“Depremden sonra okula gidemeyince çocukların hayatında bir boşluk oluştu. Okul aynı zamanda çocukların sosyalleşme alanı. Bütün bunlar gidince çocukların rutinlerinde büyük değişiklikler oldu.”

“12 yaşındaki çocuklara emzik dağıtıldı”

“Devlet desteği buralara pek uğramadı, daha çok halktan halka bir dayanışma köprüsü oluştu” diyor Randa:

“Aslında yapılan yardımların çoğu sıkıntılıydı. Düzensiz ve dağınık bir biçimde ilerledi dağıtımlar. Çocukların kafasına oyuncak fırlatanlardan tutun da, kızlar ayrı oğlanlar ayrı sıraya girsin ona göre oyuncak dağıtacağız diyenlere kadar türlü türlü ekiplerle karşılaştık. Kimse neye ihtiyacın var diye sormuyordu. Bununla ilgili en korkunç anım; Samandağ’da bir çadır kentte 0-12 yaş aralığındaki tüm çocukların ağzında emzik vardı. Başta ne olduğunu anlayamadık, emzik değil de şekerdir dedik. Çocuklara sorduğumuzda yarım saat önce bir ekibin geldiğini ve koca bir poşet dolusu emziği tüm çocuklara dağıttıklarını söylediler hatta bazı çocuklar ceplerinde yedek emzik taşıyorlardı.”

Randa bölgede ‘deprem turizmi’nin geliştiğini aktararak, “Kimisi yalnızca fotoğraf çekip paylaşmak için gelmişti. 20 çocuğu toplayıp 5 tane oyuncak dağıtıyorlardı” diye ekliyor.

Okul öncesi oyunlar: Depremcilik, kepçecilik

“Çocuklar depremin bütün etkilerine de sonuçlarına da maruz kaldılar ne yazık ki ve halen o yıkımların arasında yaşamak zorunda kalıyorlar” diyor İnsan Hakları Derneği (İHD) Çocuk Hakları Komisyonu üyesi Sevinç Koçak da.

Barınma, temiz suya ve sağlığa erişim gibi birinci basamak sorunların hâlâ çözülemediğini ve psiko-sosyal ihtiyaçların da büyüyerek devam ettiğini aktarıyor:

“Çadırlar ve konteynerler iklim koşullarına uygun değil. Salgın hastalıkların yanı sıra bitlenme çok yaygın. Barınma alanlarının çevresi ve ağır hasarlı binalar çocuklar için tehlike oluşturuyor. Ağır hasarlı binaların yıkımı devam ederken bütün şehir toz altında ve o tozu çocuklar da soluyor. Asbest ciddi bir risk.

“Çocukların da yetişkinlerin de mahremiyet alanı yok. Herkes tek çadırda, tek göz konteynerde ya da hafif hasarlı binalarda aynı odada kalıyorlar. Sağlam kalan okullara emniyet, valilik gibi kurumlar el koymuş. Çocuklar mahallelerine çadır kentlere ya da konteyner kentlere sıkışmış durumda. Çocukların sosyalleşebileceği alanlar çok az. Oynayabilecekleri parklar neredeyse yok. Sürekli elektrik kesintisi yaşanıyor.”

“Silahlı güçler yaşamlarının bir parçası”

Farklı yaş gruplarındaki farklı davranış biçimlerini aktarıyor Koçak:

“Okul öncesi çocukların oyunlarına depremcilik, kepçecilik eklenmiş. Küçücük bir sarsıntı, masanın sallanması, kapı çarpması gibi ani durumlara ‘deprem’ diyorlar.

“Dağılan mahallelerdeki çocuklar sosyalleşmekte biraz daha zorlanıyor. Asker ve polis gibi silahlı güçlerin bir anda yaşamlarının parçası olması çocukları çok tedirgin ediyor.

“Ergenler yetişkin gibi görülüyor”

“Ani seslerden korkma, tedirgin olma, uykudan korkuyla uyanma tüm yaş gruplarında mevcut. Çocukların yaşadığı travmalar basit bir elektrik kesintisinde bile tetiklenebilliyor.

“En gözden kaçan grup ise ergenlik döneminde olan 12-18 yaş aralığındaki çocuklar. Çünkü ergenlik dönemindeki çocuklar yetişkin gibi görülmeye başlanmış, özellikle kız çocuklarına kardeş bakım sorumluluğu yükleniyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği giderek derinleşiyor. Ergenlik dönemi çocuklarda gelecek kaygısı, umutsuzluk, kendine güvensizlik yaygınlaşmış.”

Tekrar okula dönebilecekler mi?

Sosyal hizmet uzmanı, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Adıyaman Eş Başkanı İbrahim Halil Aydın da “Çocukların iç dünyasında, zihinsel dünyalarında sadece ev içlerinde kurmuş oldukları oyun çadırları vardı. Oysa şimdi gerçek çadırların içindeler” diyerek başlıyor söze.

“Depremin ilk günlerinde elbise veya temel gıda götürdüğümüz çocukların bize ilk dediği şey, ‘oyuncaklarımız gitti’ oldu. Çocuklar kendi dünyalarını, kendi oyun alanlarını, oyuncaklarını hepsini kaybettiler. Hatıralarını kaybettiler. Bu onlar için çok sarsıcıydı.

“Çocuklar için şu an en büyük belirsizlik; okul durumları ne olacak diye. Çünkü mayısta okullar açıldığında öğretmenleri yoktu. Bazıları ölmüş, bazıları başka şehirlere gitmiş. Sınıfında arkadaşları yoktu. Şu an aynı dönem tekrar başlayacak. Çocukların en büyük kaygıları tekrar okula dönebilecekler mi? Konteynerlerde mi prefabrik eğitim alanları açılacak yoksa çocuklar taşımayla kendi mahallelerine mi götürülecek? Önümüzdeki en büyük belirsizlik bu şu an. Okullar nerede olacak o belli değil.

“Travmanın devam ettiği çocuklar var. Aynı zamanda düzenli olarak suyun olmamasından dolayı ciddi hijyen problemleri yaşanıyor. Geçen haftalarda ciddi bir salgın vardı. Kusma ve ishal şeklinde. Bir ara da bitlenme başlamıştı çocuklarda.”

“Ebeveyn iyi olmadıkça çocuk da iyi olmuyor”

Öte yandan depremin ilk günleri sağlıksız beslenmenin çok olduğunu da hatırlatıyor İbrahim Halil Aydın:

“Çünkü çocuklara ciddi abur cubur tarzı şeyler dağıttılar. İster istemez bağırsak direncini düşürdü bu durum. Çocuklar bir ara günlerce hiç yemek yemeden o sağlıksız şeylerle beslendi. Anne, baba ya da yakınlarını kaybeden çocuklarda ciddi depresyon, korkular var.

“Bir de şu an sadece konteynerler için değil, evleri yıkılmayan ve evlerine dönen çocuklar için de başka bir durum söz konusu. O çocuklar biraz daha yalıtılmış durumda kaldı. Yani kimseyle temas halinde değiller. Aslında konteyner dışında da çocuklara yönelik çalışmalar gerekiyor. Göz ardı edilen kesim onlar aslında. Konteynerlerde bir aradalık durumu söz konusu.

“Öte yandan ebeveyni iyi olmayan bir çocuk da iyi olamaz. Başta yetişkinler travmayı tolere edebilir diye hızlıca çocuklara yöneldik ama ebeveynlerin durumunu göz ardı ettik. Bence ebeveynlere yönelik de çalışmaların yapılması gerekiyor.”

“Çocuklar değişti”

Rengarenk Umutlar Derneği ve Çocukça Derneği’nden Ruken Dinç, 18 Şubat’tan beri sahada çocuklarla çalışıyor.

Sahadaki ilk gözlemlerini anlatırken “Çocuklar korku ve panik hali içindeydi” diyor.

“Tabii ki bu ailelerden de gelen bir durumdu aynı zamanda. Çünkü aileler de hem yakınlarını kaybettiler, evlerini kaybettiler. Bütün düzenleri, rutinleri değişti. Ve kötü hava koşulları vardı ve çocuklar aslında ortada kaldılar bir nevi.

“Çalışma alanımız oyun, sanat üzerine olduğu için daha çok psikososyal destek çalışmaları yürütmeye çabaladık.

“Bu süreçte muhakkak değiştiler. Olumlu anlamda, eskisi kadar korkmuyorlar diyebiliriz. Odakları çok dağınıktı. Geldiğimiz noktada daha fazla odaklanabiliyorlar, daha iyi hissediyorlar diyebiliriz. Aslında biraz daha rutinlerine dönmeye başladılar.

Ruken Dinç bir mülteci grupla çalışıyor. Bir arada olduğu çocukların ailelerinin savaşı da yaşadığını belirtiyor.

“Savaştan kaçtılar ve burada da depremi yaşadılar. Bir çocuk enkazdan çıkarılmıştı ve sürekli yaşadığı korkuyu, o karanlığı anlatıyordu. Yağmur yağdığı zaman, çadırın içinde de duramıyordu, karanlık olduğu için.

“Artık aileler kendi çalışmaya başladı. Kendi ihtiyaçlarını kendileri gidermeye çalışıyorlar. Bazı yerlerde de halen lojistik destek devam ediyor diyebiliriz.”

“Karnımızı doyurabilecek miyiz?”

Çocuklar açısından okul belirsizliğinin çok önemli olduğunu belirtse de başka bir noktaya dikkati çekiyor Dinç;

“Ama insanlar daha çok şunun içinde, ‘Ben hayatımı nasıl idame ettireceğim?’ Evi yok, parası yok. Özellikle ebeveynler arasında bu düşünce hakim.

“Kaos devam ediyor ve ebeveyn çocuğum ve ben karnımı doyurabilecek miyim diye düşünüyor. ‘Ben karnımı doyurabilecek miyim’ belirsizliği.

“Ebeveyn çadırın içinde sürekli bu konuları konuşuyor ve çocuk da ‘annem bunu söyledi, babam şöyle dedi’ diyor. Atölyelerle çocukları hayata döndürmeye çalışıyoruz ama bir yandan da ailenin rehabilitesi önemli.”