Çocuk haklarını korumak dili dönüştürmekle başlar

20 Kasım 2025
Facebook Twitter

Dil, toplumsal ilişkilerin görünmez mimari aracıdır. Çocuk ve yetişkin arasındaki güç dengesizliği, toplumsal cinsiyet kodları tam da bu mimarinin içinde şekillenir. Çocuk haklarının ihlali yalnızca eylemlerde değil, dilin kurduğu hiyerarşide de ortaya çıkar. Bu nedenle çocuk haklarını korumak, gündelik pratiğe sızmış olan otorite kalıplarını çözerek başlar. Yanlış kurulan dil de tıpkı yanlış uygulama gibi hak ihlalinin ve çarpık çocuk algısının meşrulaşmasına yol açar. Bunu önlemek için sıkça birlikte düşünmek, tartışmak, politikalar gibi dili de çocukların yararına dönüştürmek için mücadele etmek gerekir.

Çocuklar “Çocuklarımız” mı?

“Çocuklarımız” ifadesi yetişkin için sevgi, koruma ve sorumluluk duygusunu anlatmak için kullanılsa da, herhangi bir kelimeye eklenen iyelik eki sahiplenme ve aidiyet ilişkisine işaret eder. Tıpkı ‘kadınlarımız’ demek gibi ‘çocuklarımız’ demek de çocuğu bir hak öznesi olmaktan çıkartarak güçsüz, edilgen, muhtaç bir varlığa indirger. ‘Çocuklarımız’ ifadesi masum görünse de çocukları yetişkinlerin mülkiyet alanına yerleştirir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğu bağımsız bir hak öznesi olarak tanımlar. Yani çocuklar aileye, devlete ya da topluma ait varlıklar değildir. Çocuk kendi haklarının sahibidir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin üç tarafı vardır: Hak öznesi olan çocuklar, sorumluluk sahibi olan yetişkinler, yükümlülük sahibi olan devletler. Devletlerin ilk yükümlülüğü çocuk haklarını ihlal etmeme (negatif yükümlülük), ikincil yükümlülüğü ise çocuk haklarının korunmasını ve yaygınlaştırılmasını sağlamaktır (pozitif yükümlülük). Yetişkinlerin çocuklar üzerinde hakları yoktur, çocuklara karşı sorumlulukları vardır. Hak sahibi olan çocuklardır ve çocuklar kimseye ait değildir.

“Kız – erkek” mi “kız – oğlan” mı?

Ebeveynler çocuklarından “oğlum / kızım” diye söz eder. Çünkü kız ve oğlan sözcükleri çocukları ifade eder. Dil yalnızca bir şeyi tanımlamaz; tanımlama biçimiyle o şeyin toplumsal ilişkiler içindeki konumunu da tarif eder. Çocukları kız/erkek olarak kodlamak, toplumsal cinsiyet rollerini çocukluktan itibaren şekillendiren ataerkinin dildeki yansımasıdır. Bu dil, anne karnından itibaren kızları itaate, oğlanları iktidara hazırlar ve çocukları anne karnından itibaren toplumsal cinsiyet sınırlarına hapseder.

Oğlanlardan ‘erkek’ diye söz edildiğinde bu yalnızca bir cinsiyet kimliği değildir; aynı zamanda erkekliğe yüklenen ayrıcalıkların çocukluktan itibaren taşınmasıdır. Çünkü erkeklik tarihsel olarak bir cinsiyeti değil, bir iktidar alanının temsilidir. “Erkek adam ağlamaz” gibi anlamsız kalıplar tam da bu yüzden oğlanlara dayatılır. Her çocuk gibi ağlamak, korkmak ve kırılmak oğlanların da hakkıdır. Ama ataerki içinde duygularını göstermek bir zayıflık olarak görülür ve iktidarda zayıflıklara yer yoktur.

Aynı baskı kızlar için başka biçimlerde işler. Genç yetişkin kadınlara da “genç kız” denir. Çünkü yine söz konusu olan bir cinsiyet kimliği değil, onun etrafında örülü toplumsal ahlâk normlarıdır. Kız olmak çocuk olmaktan çıkarak ahlaki bir statüye dönüşür. Böylece kadın bedeni ve cinselliği etrafına doğrudan toplumsal bir denetim mekanizması örülür.

TDK sözlüğünde “bakire” kelimesinin tanımına bakarsanız, “Cinsel ilişkide bulunmamış (dişi), kızoğlan, kızoğlankız” tanımı karşınıza çıkar. Cinsiyete atfedilemeyecek bir tanımın resmî sözlükte doğrudan kadınlarla ilişkilendirilmesi, kadın bedeni üzerinden kurulan yargıların dil yoluyla nasıl normatif hale getirildiğinin tipik bir örneğidir. Yine TDK’da kadınla ilişkilendirilen meşgul, esnaf, oynak gibi pek çok kelimenin kadın hareketinin mücadelesiyle değiştirildiğini hatırlayalım.

Oğlanlara ‘erkek’ demek ile genç kadınlara ‘kız’ demek aynı toplumsal kodların ürünüdür ve her ikisi de çocuğun çocuk olma hakkına müdahaledir. ‘Kız çocuk’ ve ‘erkek çocuk’ demek sorunu çözmez. Çünkü oğlanlara ‘erkek çocuk’ diyeceksek kızlar için de ‘kadın çocuk’ demek gerekir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaş altındaki her birey çocuktur. 15–18 yaş arasındaki çocuklar için genç kız ve genç oğlan, 18 yaş üstü yetişkinler için genç kadın ve genç erkek ifadelerini kullanmak gerekir.

Oğlanlara ‘erkek’ demek aynı zamanda homofobinin bir yansımasıdır. TDK sözlüğünde “oğlan” sözcüğünü ararsanız tanımları arasında “Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden” ifadesiyle karşılaşırsınız. Burada da kelimenin tanımı yerine toplumsal ahlâk normlarının sözlükte yer bulduğu ve toplumsal kodlarla dil ilişkisi açık biçimde görünür.

Dil üzerinden şekillendirilen ayrımcılık kodları yalnızca kelimelere değil, zihinlere ve politikalara yön verir. Nefret söylemi de toplumsal cinsiyet eşitsizliği de tam bu zeminde güçlenir.

“Erken evlilik” ve “çocuk gelin” çocuk istismarıyla ilgili ne söyler?

Erken evlilik deyince aklımıza çocukların değil genç yetişkinlerin gelmesi gerekir. Çocukların özne olduğu durumları ‘erken evlilik’ olarak tanımlamak, çocuk istismarını gölgeleyerek bir zamanlama meselesine indirger. ‘Erken evlilik’ tanımı, genç yetişkinlerin evlenmesiyle çocukların istismar edilmesini aynı zemine indirger. Oysa çocuklar açısından sorun evliliğin erken ya da geç olması değil, olmasıdır. Çünkü evlilik bir yetişkin kurumudur. Bu kurum hukuki sorumluluk, ekonomik yükümlülük, cinsel ilişki, çocuk doğurma ve büyütme beklentisi gibi bir çocukla asla aynı cümlede bile kullanılamayacak sorumlulukların tamamını kapsar.

‘Zorla evlilik’ ifadesi de her vakayı açıklamaz. Bir çocuğun üzerindeki baskı her zaman görünür değildir. Gelecek hayalinin olmaması, aile içi otorite ilişkileri, ekonomik koşullar, öğrenilmiş itaat kalıpları, sosyokültürel faktörler gibi pek çok etken, akranlar arası evlenme talebini de yaratabilir. Bu durumda da evlilik taraflar arasında rızanın belirleyici olduğu bir ilişki gibi görülemez. Çünkü çocuklar biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan evliliğin sonuçlarını değerlendirebilecek olgunlukta değildir.

Dolayısıyla evlilik, çocuğun gelişim hakkına, eğitim hakkına, bedensel bütünlüğüne ve özgürlüğüne doğrudan saldırıdır. Çocuklara yetişkin rolleri yükleyen evlilik kurumu, cinsel, fiziksel ve psikolojik açılardan çocukları istismara maruz bırakan bir şiddet biçimidir. Bu nedenle ister bir yetişkin ve bir çocuk arasında olsun isterse akranlar arasında, taraflardan en az birinin çocuk olduğu her durum, çocuğun evlilik yoluyla istismarıdır.

‘Çocuk gelin’ tanımlaması faile değil çocuğa odaklanır. Suç olan eylemi törenselleştirir, faili görünmez kılar. Bu ifade biçimi, çocuğu bir törenin öznesi gibi sunarak maruz bırakıldığı şiddeti gölgeler.

‘Çocuk gelin’ ifadesi de tıpkı ‘erken evlilik’ gibi çocuk istismarını romantize eder. Bu dil, istismarı kültürel bir gelenek ya da olağan bir yaşam pratiği gibi sunar. Oysa söz konusu olan, çocuğun evlilik adı altında istismara maruz bırakılmasıdır.

LGBTİ+ çocukların da hakları vardır

Çocuk çeşitliliği ikili cinsiyet sistemiyle sınırlı değildir. LGBTİ+ çocuklar da vardır ama normatif dil kalıpları yüzünden yok sayılırlar. Bir çocuğun cinsiyeti tüm kimliğini belirlemez; yalnızca varoluşunun bir yönüdür. Çocuğu önce çocuk olarak görmek ve haklarına saygı duymak çocuk haklarının temel ilkesidir.

Bir çocuğun cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelimi baskılanması gereken bir ‘sorun’ değil, yaşamsal bir haktır. Atanmış cinsiyetiyle uyuşmayan çocuklara yönelik sözel, fiziksel ve psikolojik her türlü müdahale çocuk istismarıdır. Bir çocuğun herhangi bir nedenle baskılanması, ihtiyaç duyduğunda yardım talep etme gücünü zayıflatır.

Herhangi bir cinsiyet beyanı olmadığı halde çocuklara ‘kız’ ya da ‘oğlan’ ataması yapmak çoğu zaman fark edilmeyen bir hak ihlalidir. Bu müdahale, çocuğun kendi kimliğini tanımlama hakkını sınırlar ve ataerkil normları doğal gerçeklik gibi yeniden üretir.

Cinsiyetsiz bir dil kurmak cinsiyeti yok etmek değil, öznenin cinsiyet beyanı olmadığı sürece varsayımlardan kaçınmaktır. Kategoriyi değil özneyi önceleyen bir dil, çocukları sınıflandıran kalıplardan çıkarak onların kendilerini tanımlama süreçlerine alan açar. Bu yaklaşım belirsizlik yaratmak için değil çocuğun özneleşme hakkını korumak için gereklidir.

Varsayımları değil çocuğun sesini merkeze alan bir dil iletişimi güçlendirir ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini üreten yapısal mekanizmaların dönüşümünü de kolaylaştırır.

Çocuk hakları tüm çocuklar içindir

Kapsayıcı ve çocuk odaklı dil bir nezaket değil, güvenlik ve eşitlik meselesidir. Hangi sözcüğün kimler için, nerede ve nasıl kullanıldığı bir toplumda kimin görünür kılındığını, kimin gölgede bırakıldığını ve kimin tamamen yok sayıldığını gösterir. Bu göstergeler çoğu zaman fark edilmeyecek kadar görünmezdir çünkü artık norm haline gelmiştir ve sorgulanmadan tekrarlanır.

Dil, yaşayan, değişen ve dönüşen bir yapıdır. Çocuklarla ilgili tanımlamaların her biri, çocuk hakları hareketinin deneyimleriyle gelişmeye devam ediyor. Dili dönüştürmek, toplumdaki çocuk algısını dönüştürmenin zeminini kurar. Çocuklar için eşit, adil, özgür bir dünyanın mümkün olduğuna inanan çocuk hakları savunucuları, tüm ihlallerle ve statükolarla mücadele etmeye devam ediyor. Dil hariç değil.

(SK/NÖ)

  • Etiketler