“Çizdiği resim, yazdığı yazı çocuğun kişisel verisi, mahremidir”

Ayşegül Özbek
Facebook Twitter

Fotoğraf: Hale Güzin Kızılaslan / csgorselarsiv.org

İki çocuğun cinsel istismara maruz kaldığı ve kamuoyunda Elmalı Davası olarak yer bulan olay geçen hafta toplumda pek çok farklı açıdan tepki çekti. Süreç çocuklar açısından adeta zincirleme bir mağduriyete dönüştü. Çocukları istismar ettiği iddia edilen kişilerin serbest kaldığının ortaya çıkmasının ardından tepkiler yükselmeye başladı. Bir süre sonra sosyal medyada ve internet basınında çocukların çizimleri, ses kayıtları paylaşıldı. Başta Twitter olmak üzere sosyal medyada “adalet aramaya” çalışan pek çok kişi tepkisini gösterirken, bu deliller de defalarca paylaşılmış oldu. Sonrasında bu delillerin başka bir davaya ait olduğu ortaya çıktı.

Haberde Çocuk/ Çocuk Odaklı Habercilik Elkitabı

Çocuk Odaklı Habercilik

Tüm bunlar olurken çocuk hakları alanında çalışan isimler çocuklar açısından mağduriyetin yeniden üretildiğinin altını çizdi.

Avukat Özge Üstün, bu paylaşımların sosyal medyada dolaşıma sokulduğu günlerde birçok kişinin travmasının tetiklendiğini söylüyor. “Çevresine hiç itiraf edememiş fakat travmasını bir şekilde atlatmış ya da atlamaya çalışanlar için de durum bu şekilde gelişti.”

Çocuk hakları alanında çalışan Üstün, paylaşılan delillerle ilgili olarak ise “Bunlar çocuğun mahrem bilgileri” diyor.

Sanığın ceza alması- çocuğun menfaati

Elmalı davası olayı çocuk hakları açısından size neler düşündürttü? Adli süreç açısından temel hatlarıyla neler yanlış yapıldı?

Sosyal medyada yayınlanan deliller, basın açıklamaları ve diğer bilgiler üzerinden yargı süreci için yorum yapmak çok zor. Ki böyle bir durumda da çok yorum yapmak istemem; çünkü yargı süreci hâlâ devam ediyor. Ancak beni rahatsız eden birkaç husus elbette ki oldu. Bunların ilki tutuklama ve cezalandırma talebinin çocuğun iyi halini sağlama çabasının önüne geçtiğinin çok görünür olmasıydı. Yani bana göre ortada tek bir kesin gerçek vardı; o da çocukların korunma ihtiyacı olduğunun bariz bir şekilde belirgin olmasına rağmen çocukların koruma altına alınmasının veya diğer tedbir hallerinin uygulanmasının çok geç gerçekleştirilmiş olmasıydı.

İlk değil, son da olmayacak

Açık konuşmak gerekirse son zamanlarda sosyal medyada adalet arayışlarında gözlemlediğim şey; tutukluluk hali ile cezalandırmanın karıştırılması ve bu taleplerin çocuğun korunmasının önüne geçmesi. Bir de üzülerek söylüyorum ki diğer taraf yani şüphelilerden veya sanıklardan biri de çocuk ise sadece mağdur çocuk yanında saf tutmanın adının çocuk hakları olabilmesi mümkün değildir. Bunu bütün çocuk hakları savunucuları bilir. Bu tür vakaları, yani basına son derece açık bir şekilde örseleyici ölçüde dosyaların yansıtılmasını ilk defa yaşamıyoruz. Korkarım ki bu da son olmayacak.

Benim için önemli olan çocuğun bütün menfaatlerinin öncelikle sağlanmasıdır. Sırf sanığın cezalandırılması veya tutuklanması için çocuğun herhangi bir menfaatinden, hele ki geleceğine etki edebilecek herhangi bir menfaatinden ödün verilmemeli.

Delil paylaşımı

Cinsel istismar dava dosyalarında kamuoyu oluşturmak amaçlı deliller ne ölçüde paylaşılmalı, paylaşılmalı mı?

Bana göre hiçbir şekilde hiçbir delil paylaşılmamalı. Bunlar çocuğun mahrem bilgileri. Çocuğun çizdiği resim ve yazdığı yazı çocuğun kişisel verisidir. Dosyanın da mahremidir. Hele ki tutuksuz yargılamanın gerçekleştirildiği bir dosyada bu verilerin paylaşılması delil karartmanın yolunu da açabilir. En haklı olunan davada şüpheli veya sanık haklı duruma düşebilir; dosyada onlar açısından bir hak ihlali doğabilir ve bu da dosyanın yüksek mahkemeye gitmesi halinde ihlal kararı ile sonuçlanarak çocuğun yaşadığı sürecin tamamıyla çöpe atılmasına sebep olabilir. Kamuoyu tepki vermek için delilleri görmek zorunda hissediyorsa kendini o kamuoyunda gerçek bir çocuk hassasiyetinden bahsetmek mümkün değildir. Yani delilleri görüp kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verme konusunda oldukça hevesli olan fakat çocuğun korunma ihtiyacını göremeyen bir kamuoyunun önceliğinin çocuk olduğundan bahsedebilmeyi pek mümkün görmüyorum ne yazık ki.

“Birçok kişinin travması tetiklendi”

Çocukların ses kayıtları ve çizimlerinin sosyal medyada paylaşılmasının ardından geçmişte cinsel istismara maruz kalmış yetişkinler ya da bu görüntüleri gören çocuklar-gençler neler yaşıyor?

Şöyle; maalesef birçok kişinin travması tetiklendi. Çevresine hiç itiraf edememiş fakat travmasını bir şekilde atlatmış ya da atlamaya çalışanlar için de durum bu şekilde gelişti. Bunu kimseye yaşatmaya hakkımız yok. Bunu biraz ben intihar haberlerinin yanlış yapılış şeklinin “Werther etkisi” doğurmasına benzetiyorum. Sonunu düşünmüyoruz fakat görsel ve dil kullanımında sınırın aşılması travmayı tetiklediği gibi failleri de güçlendiriyor. Yani korumak istediğimiz tarafa olumsuz etkide bulunurken sistemin ıslah etmesi gereken tarafı da kuvvetlendiriyoruz.

Müvekkil-avukat gizliliği

Müvekkil ve avukat gizliliği, güveninden ne anlıyoruz? Çocuk söz konusu olunca bu durum farklılık gösteriyor mu?

Bizim sır saklama yükümlülüğümüz var. Öyle durumlar olur ki; müvekkilimiz suçu ikrar etse dahi biz onun ifadesi ile bağlı değilizdir. İkrarın da diğer delillerle desteklenmesi gerekir. Söz konusu çocuk olunca burada bizi bağlayan tek şey çocuğun üstün yararı. Size çocuğu temsil etmeniz için vekaleti anne ve babası ya da kanuni temsilcileri verir fakat siz vekalet ilişkisini onlarla kurduğunuz halde çocuğu temsil edersiniz. Yeri gelir onlara karşı bile çocuğu savunmak durumunda kalabilirsiniz.

Dolayısıyla; burada çocuk söz konusu olunca durum daha farklı. Mahremiyetin sınırları daha geniş ve daha korunaklı olması gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin geçen yıllarda vermiş olduğu bir ihlal başvurusu ile örnek verebilirim bunu sanırım. Taraflar başvurularında bilgilerin gizlenmesi talebinde bulunmamışlar ve başvuru bir cinsel istismar suçuna ilişkin. Mahkeme, kendiliğinden çocuğun üstün yararı gereği bilgileri gizledi. Yani esasen yapılması gereken bu. Bizim önceliğimiz çocuğun menfaatleri olmalı, bu yüzden önce çocuk koruma diyoruz.

“Bir çocuk mahkeme kapısında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti”

Bir şehrimizde 9 yaşında bir çocuk mahkeme salonunun kapısında beklerken sanık ile karşılaşacağım endişesi ile kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti maalesef. O süreçten sonra çocuk izlem merkezleri yaygınlaştırıldı. Ancak hâlâ her ilde mevcut değil. Bazı durumlarda tam olarak olması gerektiği biçimde kullanılamadığını da görüyoruz. Burada en büyük rol avukatlara düşüyor; ısrarlı bir şekilde ÇİM’lerin aktif ve doğru bir biçimde kullanılması sağlamaya çalışılmalı.

ÇİM’lerde ifade süreci

Aynalı bir odada, tek muhatap uzman

Şöyle; çocuk süreç hakkında uygun bir dille bilgilendirildikten sonra aynalı bir oda içerisinde, sadece uzman ile muhattap olarak ifadesini veriyor. Yani avukat veya savcı çocuğa doğrudan soru sormuyor. Sorular uzmana iletiliyor kulaklık aracılığıyla; uzman, çocuğu örselemeyecek bir şekilde çocuğa soruları yönlendiriliyor. Bu sırada kamera kaydı alınıyor. Bu kayıt bir CD’ye aktarılıyor ve CD dosyada saklanıyor. Aynı zamanda bu görüntüler bir tutanağa dönüştürülüyor. Avukatların ve dosyadaki tarafların CD’den bir örnek alabilmesi mümkün değil fakat tutanaktan bir suret alabilirler. CD’yi ise duruşma salonunda veya mahkeme kaleminde avukatların izleyebilmesi mümkün. Yine çocuğun bütün muayene işlemleri de ÇİM’de gerçekleştiriliyor. Yani çocuk ÇİM’e giriyor ve oradan çıkıyor. Farklı merkezler arasında mekik dokumuyor. Yine kanuna göre çocuğun ÇİM’e nakli de sivil araç ile gerçekleştiriliyor. Yani çocuk kimseyi üniforma ile görmüyor. Bu da çocuğun korkmasını engelliyor. Dava aşamasında da bu görüntüler izleniyor; davanın aydınlatılması yani maddi gerçekliğe ulaşılması için zorunlu olmadıkça da çocuğun ifadesine tekrardan başvurulmuyor.

“Her ilde çocuk mahkemesi yok”

Toplumu sosyal medyada “adalet arama”ya iten yargı sistemi çocukları ne kadar koruyabiliyor? Ve tabii mevcut Çocuk Koruma Kanunu ihtiyaçlara ne ölçüde yanıt verebiliyor?

Elbette olumsuz kararların çıktığı, adaletsiz kararlar var. Toplumun genel olarak adalete olan inancının sarsılmış olmasını da bu tür durumlara daha hassasiyetle yaklaşılmasına sebep oluyor. Sürekli istismara ilişkin affın gündemde olması, çocukların evlendirilmesine ilişkin yapılan açıklamalar ya da kimin kime helal olduğuna dair yapılan açıklamalar herkesin sürekli diken üstünde olmasına da sebebiyet veriyor. Ancak bunlara dayanarak çocuğun tamamen korunaksız olduğunu da söyleyebilmek mümkün değil. Çocukların yargılandıkları durumlarda bir ihtisaslaşma var; yani çocuk mahkemeleri bu davalara bakıyor fakat her ilde çocuk mahkemesi yok, bu çocuklar açısından dezavantaj. Ve maalesef çocukların mağdur olduğu davalara da genel mahkemeler bakıyor.

Yetişkinleri yargılamaya alışmış ve yetişkinlere göre oluşturulmuş yargı düzeni ise elbette mağdur çocuğun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Oysaki bu tür davalarda da bir ihtisaslaşma söz konusu olsa en azından çocuğun ihtiyaçlarını bilen veya bu konuda çalışma yapan mahkemelerin süreci yönetmesi çok daha iyi olacaktır.

İhtisaslaşma

Yalnız şunu söylemek istiyorum; şimdi böyle deyince hemen aklıma Aile Mahkemeleri geliyor. Orada da bu hassasiyet hakimlerin tercihen evli olan hakimlerin mümkün olduğunca seçilmesine sebebiyet verdi. Ben buna katılmıyorum; bir kimsenin evli veya çocuğunun olması çocuğun ihtiyaçlarının ne olduğunu bildiği veya çocuğun öznelliği ile özgünlüğünden ne anlaşıldığını bildiği anlamına gelmiyor. Kendi anladığı çocuk ve çocukluk anlayışına göre yargılama yapılması doğru olmaz. Bu sebeple bir ihtisaslaşma yapılacaksa burada yer alacak hakim ve savcıların da bu alanda eğitim almış ve akademik çalışma yapmış gibi daha bilimsel yöntemlerle seçilmesi gerekiyor.

Süreç sağlıklı ilerliyor mu?

Bir de bu tür dosyalarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının avukatlarının üstünde çok iş yükü var. Yüzlerce dosyanın bir avukatın üstüne yıkılması, tedbirinden tutun da cezalandırmaya kadar büyük bir iş yükünün altında sağlıklı bir süreç yönetiminden bahsedebilmek pek mümkün olmaz. O yüzden biraz burada nitelik ve niceliğin artırılması gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan devlet tarafından avukat tayin edildiği yani CMK müdafiliği veya vekilliği dediğimiz hallerde de bir düzenleme yapılması gerekli. Belki çocuklara özgü davaların ayrılarak CMK için zorunlu bir eğitimden geçen avukatlara o davaların verilmesi daha iyi olabilir. Bazı barolar yapıyor bunu fakat sayı olarak az olan barolarda bunu yapmak pek mümkün olmayabiliyor da. Bu yüzden buna ilişkin yasal bir düzenleme de iyi olabilir.

Çocuğu mahkemede kim temsil edecek?

Ve kanunumuzda çok büyük bir temsil kayyumluğu boşluğu var. Yani çocuklar ile anne baba arasında bir menfaat çatışması varsa çocuğun mahkemede kimin tarafından temsil edileceği sorunu çıkıyor. Burada avukatlar gönüllü olarak çalışıyor fakat bunu her zaman yapabilmek de mümkün olmayabiliyor. Ya da mahkemeler önce diğer akrabalara danışıyor ve aslında o akraba da her ne kadar görevi kabul etse ya da şikayetçi olsa da menfaat çatışması olan kişilerin bir şekilde yakını ve akrabası oluyor. Dolayısıyla sorun burada tam olarak çözülemiyor. Buna ilişkin de ayrı bir düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyorum.