Geçen hafta ajanslara üst üste düşen haberlerin birkaç tanesi şöyleydi:
“Kütahya’da elektrik akımına kapılan çocuk hayatını kaybetti”,
“Muğla’da foseptik çukuruna düşen çocuk öldü”
ve “Bitlis’te çatıda biriken kar kütlesinin üzerine düştüğü 3 çocuk hastaneye kaldırıldı.”
Şehirler çocuklar için ne kadar güvenli? Çocuğun mekânsal hakları nedir? Çocuk dostu şehirler nasıl olmalı, “çocuk ve şehir” kavramına çocuk hakları üzerinden bakan Şehir Dedektifi’nden şehir plancısı Gizem Kıygı anlattı.
“Şehirler tasarlanırken çocuklar neden yok sayılıyor?” sorusuna yanıtı net Kıygı’nın:
“Şehirler, insanlara göre değil, arabalara göre tasarlanıyor”
“Şehirleri tasarlarken genellikle insanlar yok sayılıyor. Son 50 yıldır insanlara göre değil, arabalara ya da konut projelerine göre tasarlanıyor şehirler.”
İnsanla birlikte, insanın ihtiyaçları için, insanın doğayla ilişkisini kurabilecek bir tasarım anlayışının olmadığını aktarıyor.
“Orta yaşlı, sağlıklı, erkek bedenine indirgeyen bir yaklaşımla kent kurgusu oluşturuluyor. Engelliler, hayvanlar, kadınlar, çocuklar yok sayılarak tasarlanıyor genelde.”
Çocuklar için şehirleri güvenli kılabilmenin sadece fiziksel güvenlikten geçmediğini, psikolojik ve sosyal güvenliğin de önemli noktalar olduğunu belirtiyor Kıygı.
Ayrıca “şehirler çocuklar için güvensizdir” demenin de çocukların kentteki bireysel varlığına iyi gelen bir şey olmadığını hatırlatıyor.
“Salgında etekteki taşlar döküldü”
Kıygı şunları söylüyor:
“Çocukların yaşam hakkını ihlal eden, kent özelinde baktığımızda alt yapı ve üst yapı problemleri geliyor. Kentlere göre farklı durumlar var.
“Çocuk dostu şehirler dediğimizde yalnızca tasarımı merkezine alan, çocukların belirli aktivitelerine göre tasarlanmış parçacıl projelerden bahsetmiyoruz. Çocukların aktif olarak hem yaşama hem mekansal süreçlere katıldığı, kentin altyapısının, kırık duvarlar, elektrik telleri, açık rögar kapakları vb tüm alt ve üst yapı problemlerinin çözüme kavuşturulduğu, inşaat faaliyetlerinin denetlendiği, çocukların hiçbir şekilde ayrımcılığa uğramadığı bir çerçeve sunuyor olması lazım şehirlerin.”
Sosyal mesafelendirme, karantina, uzaktan eğitim gibi nedenlerle çocuklar, pandemi sürecinde en çok etkilenenler arasındaydı. Peki, salgın sonrası şehirler çocuklar için yeniden tasarlanmalı mı?
Salgının var olan bütün eşitsizlikleri, etekteki taşlar gibi ortaya döktüğünü ve çocukların hiçbir şekilde gözetmeden tasarlanan kentlerin de bunlardan biri olduğunu söylüyor Kıygı:
“Kentler dinamik yapılardır. Şehirler içinde yaşayarak dönüşür, dolayısıyla orada yaşayanların katkısıyla dönüşür. Yık, yap gibi statik bir şehir kurgusundan söz edemeyiz. Bahsetmeyelim de zaten. Bu devinen şey içinde ihtiyaçları insan – doğa ilişkilerini öncelikle ele alarak adım atmalıyız.
“Çocuklar kendilerine alan bulamadı”
“Kent ve çocuk ilişkisini parklar özelinde düşünüyoruz ama mesela sosyal konut projeleri var. Buralarda çocuğun hareketine ilişkin bir çalışma var mı mesela?
“Salgın süresince bunu çok acil bir şekilde yaşadık. Çocuklar kendileri için alan bulamadılar, dış dünyayla ilişkilenemediler. Konutun kentle ilişkisinde, sosyal hayatla angaje bir mimari yapı çerçevesinde kurgulanmadığı için evin içinde şiddet gördüğünde yardıma ulaşabileceği bir imkanı olmadı çocuğun misal.
“Toplu ulaşımda çocuklar o kadar yok ki. Bu salgında da devlet 20 yaş altı herkesi bir pakete koyup toplu ulaşımı yasakladı. Sanki çocuklar kentte toplu ulaşım kullanmıyormuş gibi. Bu çok sorunlu bir karardı ve çocuğun ne kadar yok sayıldığını ve kolay vazgeçildiğini bir kez daha gösterdi.
“Afet planlarımızı da çocuğun üstün yararını gözeterek yapmalıyız”
“Salgını bir afet gibi düşünürsek, Türkiye’de bir afet yönetimi eksikliği var. Depremde, selde, çığ düşmesinde… Küresel ısınma kaynaklı yangın tehlikesin de…
“Şehir planlarıyla birlikte afet planlarımızı da çocuğun üstün yararını gözeterek yapmamız gerekiyor. İzmir depreminden sonra afette çocuk programı geliştirmeye çalışıyoruz. Afet planlarında çocukları önceleyen bir yaklaşım ortaya koymalıyız.
“Çocuklarla ilgili bir veri setine ihtiyaç var”
“Çocukların üstün yararını gözeten bir şehir yaşamı ve planı ortaya koyabilmemiz için veri temelli politikalar geliştirmeliyiz. Bunun için de verilere ihtiyacımız var. Yaş coğrafya dağılımı haritaları, çocukların kent içi hareketlilik verileri, çocukların yaşadıkları yere dair düşüncelerini içeren, ihtiyaçlarına göre çıkarılmış veriler, şikayet mekanizmalarından gelen verilerin hepsinin derlenmesi ve kamuoyuyla paylaşılması lazım ki önümüzü görebilelim.”
Çocuklar toplu taşımalarda neler yaşıyor?“Yetişkinler arasında sıkışıyorlar”Çocuklarla toplu ulaşım üzerine toplantılar yapmaya başladık. Birey olarak kabul edilmemekten, azarlanmaktan dolayı zorlanıyorlar. Susturulma, terbiye etme, doğrusunu öğretme hali kaygılandırıyor onları. Seyahat ederken tutunabilecekleri araç tasarımından, iniş binişlerde çok zorlandıklarından söz ediyor çocuklar. Özellikle de kalabalık saatlerde. Çocuklar yetişkinler arasında sıkışıyorlar. Sağlıklı yetişkin bedeni için bile zorlu bir tecrübe kalabalık saatlerde yolculuk. Bir de çocukları düşünün, nefes dahi alamayacak noktaya geliyorlar bazen. “Kapılar çocukları görmüyor”Basamaklardaki adım genişlikleri, kapıların çocukları görmeden açılıp kapanması… Duraklarda da bilgilendirme tabelaları onların görebilecekleri yerlerde değil. Görme engelli çocuklar için de farklı mağduriyetler var. Bilgi ve iletişim sistemleri anlaşılması çok karışık. Çocuk dostu olmayan, dolayısıyla kaybolma hissini çoğaltan bir deneyim sunuyor şehir çocuklara. Genel olarak destek bulamamaktan, zorlandıklarında, bir yetişkin onları rahatsız ettiğinde, bir şeyi okuyamadıklarında, yardıma ihtiyaç duyduklarında destek isteyecek bir mekanizmanın olmaması da çocuklardan duyduğumuz sorunlar arasında. Ama sorunlar çok katmanlı. |