Yaklaşık iki hafta önce, Türkiye henüz yeniden seçim dalgasına girmemişken, Küçükçekmece’de bir çocuğa yönelik cinsel istismar vakası gündemin ilk sıralarında konuşuluyordu.
Çocuğun yaşı, cinsiyetinin ifşa edilmesi bir yana mahallesinde, çocuğun evinin önünde eylemler yapılmaya başlandı. Çocuğun yüksek yararı yine unutuldu. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi ve Hayvan Hakları Merkezi Üyesi avukat Ezgi Koç, o günlerde bir tweet dizisi paylaştı ve bu vaka özelinde sosyal medya, STK’ler ve basının sınıfta kaldığını ifade etti.
Kısaca şunları dedi avukat Koç:
- Çocuğun kimliğini açığa çıkaracak bilgiler paylaşılamaz. Yaşı, okulu, etnik kökeni, fotoğrafı, adresi, evinin görüntüsü, ailesinin isimleri, arkadaşları, akrabaları buna dahildir.
- Çocuğun cinsel istismar gerçekleşirken yaşadıklarını paylaşamazsınız. Olayı ayrıntılı biçimde gündeme getiremezsiniz.
- Çocuğun evinin önünde protesto eylemi yaparak bilinirliğini artıramazsınız.
- Toplumsal cinsiyet eğitimi zorunlu hale getirilmeli. Zarar oluştuktan sonra değil öncesinde önleyici tedbirler alınmalı
- Bir kereden bir şey olmaz diyenlere oy vermemelisiniz. Bu zihniyeti desteklemek istismarı desteklemektir.
- Çocuk bedeninde onlarca erkek eli olan veya çocuğun ağzını kapatan el fotoğrafları paylaşmayın. Çocuğu pornografik bir öge olarak göstermekle beraber, kurban ve hayatı mahvolmuş izlenimi yaratıyor. Oysa o çocuk hayatına devam edecek.
- Çocuğun cinsel tacizi veya çocuğa cinsel saldırı diye kavramlar yok. Çocuğun cinsel istismarı var.
Avukat Ezgi Koç, çocuk istismarı vakaları üzerinden verilen tepkiler, basının tavrı ve bu davalarla ilgili bianet’in sorularını yanıtladı.
Basın neden hep cinsel istismar haberlerinde sınıfta kalıyor?
Magazini seviyoruz çünkü. Aslında çocuğun yaşının kaç olduğu, cinsiyeti falan bizi hiç ilgilendirmiyor. Şu aşamada ilgilendirmiyor. Hastaneden çıktı, taburcu oldu, olmadı, yoğun bakımda, değil… Bunların bir önemi yok. Bizim için önemli olan İstanbul’da bir çocuk cinsel istismara maruz bırakıldı. Kız veya oğlan olmasının hiçbir önemi yok. Sadece çocuk denmeli. Etnik kökeni de önemli değil. Aynı zamanda failin de etnik kökeni önemli değil. Bir ırkçılık temeli var bu ülkede.
Onlar bu ülkeye gelmeden önce de bu suçlar işlenmiyor muydu? “Çocuk” ve “gelin” kelimeleri aynı cümlede kullanılmaz ama bizim böyle bir kültürümüz var. Başka ırklarda, ülkelerde sonuç ve sorun aramaya gerek yok.
Mağdura “lekelenmiş”, hayatı mahvolmuş, kararmış muamelesi de yanlış. Bu, mağdur olan kişinin fişlenme korkusuyla olayı saklamasına sebep oluyor.
TIKLAYIN – Haberde Çocuk Elkitabı Türkçe ve Kürtçe Olarak Yayında
“Okul, mahalle paylaşılmaz”
Küçükçekmece olayı özelinde konuşacak olursak başka neler yanlış yapıldı sizce?
Çocuğun kimliğini hiçbir şekilde deşifre edemeyiz, bunun dayanağı da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi. Çocuğun üstün yararı için çocuğun gizliliği esas alınır.
Okulu, mahallesi de paylaşılmaz. Bu son olayda çok yapıldı. Olayın olduğu mahalle, kapalı ve herkesin birbirini tanıdığı, komşuluk ilişkisinin olduğu bir mahalle.
Çocukların komşuları, akrabalarıyla röportaj yapıldı. Akranlarına da mikrofon uzatıldı. Başka bir çocuğun da istismarı söz konusu oldu yani.
Çocuk hastaneden taburcu edilip eve getirildiği andan itibaren de çocuğun kapısının önünde eylemler yapıldı. Hasta biri eve geldiğinde ona sessizlik sağlanır. Küçük bir çocuğun yaşadığı travmadan sonra eve geldiğinde “istismara dur de” sloganlarıyla yüzlerce insanın kapısının önünden yürümesi o çocuğun duygusal istismarıdır aynı zamanda.
“Fail bizden değil algısı yaratılıyor”
Ama bu bir yandan da olayın sıcaklığıyla empati kurup tepki vermek değil mi?
Orada aslında herkes kendi vicdanını rahatlatıyor. “Ben bir şeyler yaptım, ben onlardan değilim” demek gibi. Ya da yapan kişiye/faile sürekli şunu diyoruz. “Ahlaksız, pisikopat, sapık, bizden değil, yabancı.” Halbuki çok içimizden.
Şunu hatırlamak lazım, çoğunlukla cinsel istismar vakalarında fail yakınımızdakilerden çıkar. Yol gösterenler, çocuk üzerine otorite kuranlar. “Bize benzemiyor, bizden değil” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Hayır, bizden. Çocuklara şunu öğretmiyoruz; senin bedenin ve senin söz hakkın. Kadınlarda bunu biraz aştık ama şimdi bu yönde çocuk mücadelesine de başlamamız gerekiyor. Mesela çocuk birine kendini sevdirmek istemiyor ama aile diyor ki “git öpsün seni.” Hayır, istemiyorsa öpmesin.
“Kendi çocuklarımıza inanmazsak kim inanacak!”
Yakın zaman önce katıldığım bir eğitimde de bu konuşuldu, aileler çocuklarını zorla sevdirmek isterken aslında yanlış yaptıkları…
Anne babalar kendilerinde inşa edemedikleri benliği çocuğun üstünden kurmaya çalışıyor çünkü. İdeal çocuk yaratmaya çalışıyorlar. “Çocuğum çok uysal” algısı. Evet, çok güzel ama sahte bir benlik yaratmışsın. Ve bununla övünüyorsun.
Aile kutsaldır deniyor. Aile kutsal falan değildir. Hiçbirimiz ailemizi seçmiyoruz ama patronumuz veya arkadaşımızı eleştirirken ailemiz hakkında tek bir yorum yapamıyoruz. Ensest bu yüzden kapalı kalıyor.
Çünkü bir insanın babasının onu istismara maruz bıraktığını itiraf etmesi toplum tarafından da reddedilen bir şey. Mesela polis bir adamın çocuğuna istismarda bulunduğunu anne fark ediyor. Ve savcıya gidiyor. “Senin eşin polis, bilinen, iyi bir adam, böyle bir şey yapmaz.” diyor savcı. “Çocuğun yalan söylüyor.” diyor. Bir kere şunu kabul edeceğiz çocuk yalan söylemez. Bilmediği bir şeyi uyduramaz.
Biz kendi çocuklarımıza inanmazsak kim inanacak. “Büyük sözü dinle, büyükler bilir.” deniyor. Çocuğun bedeninde veya seçimlerinde karar merci olmaktan çıkarıyoruz. Biz karar veriyoruz onun adına. Onu eklentimiz gibi görüyoruz.
“Anne babalık eğitimi de olmalı”
“Çocuk susar sen susma” sloganı, söylemi de bu noktada sorunlu sanırım?
Susan tek canlılar hayvanlardır, ki onlar da derdini anlatır. Bir köpek insanlara yaklaşmadan, koşup uzaklaşıyorsa dayak yemiştir, şiddet görmüştür.
Çocuklar psikoloji olarak kendilerini ifade ederler. Mesela tırnaklarını yiyebilirler. Çok yıkanırlar veya hiç yıkanmazlar. Çok yemek yerler. Aileler de çocuğunu tanıyacak. Çocuk, fiziksel ve ruhsal tepkileriyle bağırıyor olabilir. Cinsel eğitim ve anne babalık eğitimi de ilkokuldan başlamalı.
Ama devletin yönetenleri toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimini reddediliyor. İstanbul Sözleşmesi kadın haklarını esas alan bir sözleşme gibi görünse de ötekileştirilen tüm grupları kapsıyor. Sözleşmede şu var, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için devlet gerekli önlemleri alır ve bu onun sorumluluğudur.
Cezalar artırılsın, uygulansın söylemleri çok dillendiriliyor bu tarz vakalarda. Ancak asıl önemli nokta cinsel istismar vakalarını önlemek, bu nasıl olacak?
Kanunlarımız aslında güzel. Ağır cezalar var. Ama 2 yıldan 7 yıla kadarsa ceza, 2 yıl alt sınırdan ceza veriyor hakim. İyi hal indirimi uygulanabiliyor. İşin içine politik bağlantılar, bir görüşün dayatılması girdiğinde her şey değişiyor. Çünkü yargı bağımsız değil.
Umut var mı, var. Susmamamız iyi. Protesto edilmesi iyi, ama çocuğun evinin önünde değil. Meydanlarda toplanalım, genel olarak “istismara hayır” diye bağıralım.
“Soruna hep öç alma duygusuyla yaklaşıyoruz”
Hadım etmeyi eğer tartışacaksak onun cinsel dürtülerle işlendiğini kabul etmemiz gerekir. Ama yapılan araştırmalar bunun cinsel dürtülerle değil, aslında tahakküm kurma gücünü kanıtlamak için yapıldığını gösteriyor. Kişi sair bir cisimle de cinsel istismara maruz bırakabilir.
İdamın en yaygın olduğu ülkeler İran, Irak, Suriye, Ürdün, Pakistan, Hindistan… Bunlar kadına şiddetin de en yüksek olduğu ve cinsel saldırı oranlarında birinci kuşak ülkeler. İdam sorunu çözecek olsaydı o ülkelerde çözerdi.
Biz sürekli soruna linç kültürü ve galeyana gelerek, öç alma duygusuyla yaklaşıyoruz. Daha en başında gerekli tedbirleri almadık ki.
Mesela 0-2 yaş arası bebekler aile hekiminin kontrolünde olmalı. Aile dışında bir sağlık çalışanı çocuğun fiziksel veya başka türlü bir şiddete maruz bırakılıp bırakılmadığını denetleyebiliyor. 6 yaşından sonra ise okulda rehber öğretmen, sınıf öğretmeni denetleyebiliyor. 2-6 yaş arası boş. Ve istismar vakalarının yaklaşık yüzde 35’i o dönemde yapılıyor.
Devlet yükümlülüğünü yerine getirecek. Bir devlet yetkilisi üç çocuk doğurun diyorsa, üçü de güvende olacak.
“Sokaklar yetişkin erkeklere ait değil”
Rabia Naz’ın ölümü aydınlatılmadan, cinsel istismarla gerçekten seferberlik ilan ederek mücadele etmeden kimse kimseden üç çocuk bekleyemez.
“Anne çocuğunu niye sokakta bırakmış” diye de yazmıştı biri. Bunun adı mağdur suçlayıcılık. Kişi zaten büyük bir acı yaşıyor ve sen bundan onu sorumlu tutuyorsun. O yazıyı yazan kişi biraz cesur olsaydı, “Devlet niye görevini yapmıyor. Sokakların güvenliği devletten bilinir.” derdi. Kadın dosyalarındaki “O saatte orada ne işin vardı, otel odasında ne işi vardı” gibi sorulara benziyor bu soru.
Sokak köpekleri sokaklarda yaşayacak, çocuklar sokaklarda oynayacak. Kadınlar istedikleri zaman istedikleri insanlarla gezecekler. Sokaklar yetişkin erkeklere ait değil.
“Hayvana yönelik şiddeti de konuşmalıyız”
Siz aynı zamanda Hayvan Hakları Merkezinin de üyesisiniz. Hayvana şiddet bu istismar vakalarıyla ne kadar doğru orantılı?
Şiddet, cinsel istismar ya da cinsel saldırı aslında kocaman bir çemberin parçaları. Biz sadece çocuğa yönelik cinsel istismarı temel alıp sorunu çözemeyiz. Hayvana şiddeti de tartışacağız.
Mesela 2018’de bir erkek, yavru kediye tecavüz etmişti. O adamın bilgisayarında binden fazla çocuk pornosu videosu çıktı.
Bir canlıyı zor kullanarak, kendine mahkum bırakıp onu boyunduruk altına almak o kişinin güç isteğini tatmin eder. Çocukta da bu şekilde, kadında da.
“Esas olan yargılamanın düzgün yapılması”
Cinsel istismar davalarında tutuksuz yargılamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben avukat olarak tutuklamaya karşıyım. Hukuk ilkesi adına. Esas olan yargılamanın düzgün yapılması. İnsanı tutukluyorsunuz bir buçuk, iki sene sonra davasını açıyorsunuz. Süreci hızlandırmak gerekiyor. Bizim karşı olduğumuz şey şu bu noktada, her suçta tutuklama verip, sadece istismar ve cinsel saldırı dosyalarında ev hapsi, elektronik kelepçe gibi cezalar veriyorsan bunu devlet politikası olarak yorumlarım.
Cinsel istismar ve saldırıya tutuklama verilmemesi, diğer suçlara verilmesi bunun aslında yargılama makamları nazarında o kadar da ciddi bir suç olmadığı algısını yaratıyor. Tutuklamaya karşıyız ama, verilecekse böyle suçlarda verilmeli.
“Basında iyi örnekler de olmalı”
STK ve basının dışında sosyal medya da ince bir nokta bu olayların yayılmasında. Hatta önüne geçilemeyecek bir nokta. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yanlış bir şey yazdıysanız ve çok takipçiniz varsa “ben yanlış yazmışım” deseniz bile o ilk paylaşılan şey yayılıyor. Bir konu hakkında bir şey söylerken herkesin gerçekten düzgün ve düşünerek konuşması gerekiyor.
Suriyeliymiş, inşaat işçisiymiş… Çok yanlış bu paylaşımlar. Mesleki ve etnik grupları iyice suçlanmasını biz çok seviyoruz. Mağduru daha da mağdur etme durumu.
Haber yaparken iyi örnekleri de sunmalıyız. Olayı ifşa ettiniz ve çocuk psikolojik destek aldı. Ve fail de ağır ceza aldı. Bu örnekleri yaymamız gerekiyor. İnsanlar da diyorlar ki yargıya gideceğiz, yıllar sürecek. Bu algıyı da biz yıkacağız.