Çocuk edebiyatında zor konuları odağına alan yazar Güzin Öztürk, “Romanları yazış sürecim bir birikim ve olgunlaşma süresinden geçti. Bu romanların içinde, dostluk, sevgi, oyun, sevinç, hayal kırıklığı, muziplik, küçük maceralar, umut, yaşama dair her şey var. Sanıldığı kadar, sancılı olmuyor yazma sürecim. Yazarken daha çok, coşku hissediyorum” diyor.
Öztürk’ün hukukçu kimliği, çocuk haklarına ilişkin duyduğu ilgiyi de artırdığı için romanlarında ev içi şiddet, göç, hastalık gibi konuları anlatıyor.
“Kuş Olsam Evime Uçsam”, “Kar Kurdu ve Canavar”, “Ben Bir Hayaletim” ve “Pan’ın Penceresi”… Elbette bunlardan çok daha fazla kitabın var sevgili Güzin. Yukarıda saydıklarım, çocuk edebiyatında “zor konular” başlığı altına toplanabilecek olanlar. Seni yakından takip edenler aynı zamanda çocuk haklarına ne kadar önem verdiğini de biliyor. Seni yeni tanıyanlar için kısaca mesleğini, çocuk edebiyatıyla yolunun nasıl kesiştiğini ve mesleğinin yazdıkların üzerindeki etkisini anlatabilir misin?
Duygu ve düşüncelerimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi düşünürüm. Çocukluğumdan beri bu böyledir. Her zaman bir defterim olmuştur. Okumaya tutkun bir anne ve iki ablanız olunca, kitapların, yazmanın dünyasına girişiniz bir o kadar hevesli ve tatlı oluyor.
İlkokul çağındayken, kardeşim hastalanmış, bir hafta hastanede yatması gerekmişti ve ben duygularımı yazıya dökmüş, ona okumuştum. Geçmiş olsun dileğim bir şiirdi. Tabii, şiir yazdığımı düşünüyordum diyelim. Lisede ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken de bu böyle devam etti. Fakülte yıllarında yazdıklarım daha çok lirik düz yazılardan ibaretti. Avukatlığım sırasında, yazma hevesim hayatın koşturmacası içinde bir yerlerde uykuya daldı. Anne olduktan sonra, çocuklarla ve çocuk kitapları ile olan dostluğum iyice derinleşti. Oğlumun sınıf arkadaşının annesi yazar Dilge Güney ile yakın arkadaş olduk. O zamanlar sevgili hocamız Nevzat Süer Sezgin’in Çocuk Edebiyatı Atölyesine gidiyordu. Beni kendisi ile tanıştırmak istedi. Atölyeye kabul edilmeyi çok istiyordum ve tanışacağım gün, bir önceki haftanın ödevini yapmış, öyküsünü yazmış olarak gitmek istedim. İşimi şansa bırakmak istemiyordum. Çünkü dersler bir süredir devam ediyordu, sonradan katılmamın uygun olup olmayacağı konusunda endişe duyuyordum. Neyse ki her şey umduğumdan daha güzel oldu. Sevgili hocamız derslere katıldığım süre içerisinde, yazmış olduğum öykülerden birini romana dönüştürmem ve yarışmaya katılmam konusunda beni teşvik etti. Böylece, ilk romanım “Kuş Olsam Evime Uçsam” ile 2015 Tudem Edebiyat Birincilik ödülünü aldım. O gün bugündür çocuklar için yazmaya devam ediyorum.
Avukatlık mesleğimi icra ederken gördüğüm insan manzaraları elbette yazdıklarımı etkilemiştir. Çocuklar için yazmaya başladıktan sonra hukukçu kimliğim, çocuk haklarına ve onların haklarının korumasına ilişkin duyduğum ilgiyi artırdı. Çocuk hakları ile ilgili daha çok yazıyor, daha çok konuşuyorum. Yetişkinlerin, çocuk haklarının savunuculuğunu daha yüksek sesle yapmak konusunda çocuklara karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Haklarını bilmeyen bir çocuk, geleceğin yetişkini olacak ve haklarını bilmeyen bir insan, onları ne talep edebilir ne de savunabilir.
“Çocukların sanatsal duyarlılıkları yüksek olur”
“Kuş Olsam Evime Uçsam” ile 2015 yılı Tudem Edebiyat birincilik ödülünü aldın. Üstelik roman, Hanulim Kids Publishing tarafından “Savaştan Kaçan Ağaç” ismiyle Koreli çocuklara ulaştı. Romanda, Suriyeli bir ailenin savaştan kaçarak evlerini terk etmesinden Türkiye’ye gelişine kadar olan yolculuğunu Beşir’in gözünden anlatmıştın. Çocuk okurlarının sana ulaşan mektuplarındaki samimi duygularından ve kitabın devamını beklediklerini dile getirmelerinden, çocuğa görelik unsurunu ne kadar ustalıkla kullandığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Onların bu naif hallerini, korkularını, endişelerini nasıl bu kadar içselleştirebiliyorsun? Bu kadar zor konuları onları incitmeden, ürkütmeden nasıl aktarabiliyorsun? Buna ‘içindeki çocuk’ demek istemiyorum. Çocukları bu kadar iyi duyabilen biri olsa olsa içindeki çocuğu sevgiyle büyütüp iyileştirmiş bir yetişkin olabilir, ne dersin?
Sevgili Elif çok teşekkür ederim bu güzel sözler için. Evde, okulda zor konulara uzak duran yetişkin dünyası, kitapların çocuklara ulaşmasına engel oluyor. Çocuklar, zor konuları anlatan kitaplara karşı önyargılı değiller, önyargılı olanlar yetişkinler. Halen fuarlarda karşılaşıyorum; çocuk, kitabı ısrarla almak istiyor ama anne veya babası içinde savaş ve göç olduğu için almak istemiyor. Kalbi kırılarak yanımdan ayrılan pek çok çocuk oldu. Ben, çocuklara, okurlarıma güveniyorum ve onların sanatsal duyarlılıklarının yüksek olduğuna inanıyorum. Yazarken de buna inanarak yazdım ve dediğin gibi çocuklar “Kuş Olsam Evime Uçsam”ı çok sevdi. Beşir ve Zehra’nın arkadaşlıkları onlara çok sahici geldi. Bir gün bir okurum kahvaltı sofrasında annesine “Anne acaba Beşir şu an ne yapıyordur? Zeytin yiyebiliyor mudur?” diye sormuş. Etkinliklerimde Beşir ve Zehra’nın hâlâ görüşüp görüşmediğini, şimdi nerede yaşadıklarını öğrenmek isteyen çok oluyor. Hatta Beşir ile en son ne zaman görüştüğümü soran bile oldu.
Romanı yazarken epey araştırma yaptım. Pek çok savaş filmi izledim, savaştan kaçan çocuklarla yapılan röportajları dinledim, kamp alanlarını, Türkiye’de nerelerde mülteci kampı var, koşulları neler araştırdım. Savaştan kaçtıkları ülkede hangi isimler kullanılıyor, iklimi nasıl, hangi ağaçlar yetişir, savaş mağduru çocukların çizdikleri resimleri inceledim. Bu resimlerin hepsinde çocuklar, bir yandan savaşı gösterirken diğer yandan kendilerini de ya top oynarken ya ip atlarken yani oynarken çizmişlerdi.
“Önceliğim çocukların edebi tat almaları”
Oyun çocuğun dilidir ve bu onların resimlerine de yansımıştı. Savaş gerçeğini bir çocuğun nasıl algılayabileceği meselesi üzerinde düşündüm. Evet, bir gerçek var ama o gerçeği yaşarken unutmayalım ki, çocuk her yerde çocuktur, savaşta da barışta da. Karakterlerin inandırıcılığı da okuru kitaba bağlıyor. Beşir, devrik cümle kuran bir çocuk ve onun dili aynı zamanda bir yabancılığı, savaş ile barış arasında sıkışmışlığı da yansıtıyor. Çocukların, Kuş Olsam Evime Uçsam’ı sevmelerinin ve devamını istemelerinin sebebinin, “içteki çocuk” ile ilgili olmadığını düşünüyorum. Çocuklara saygı duyarak, haklarını koruyarak ve onların seviyelerine, dünyalarına çıkmaya gayret ederek çocuklar için yazan bir yetişkinim. Yazarken de önceliğim çocukların edebi tat almaları. Çocuğa görelik kavramında genel kabul gören kriterler dışında her yazarın alametifarikası farklı sanırım.
“Arkadaşlığa ve oyuna odaklandılar”
“Kar Kurdu ve Canavar” romanında ev içi şiddeti Mizgin’in mücadelesinden, “Ben Bir Hayaletim”de otizmli olmanın ne demek olduğunu Mila ve annesinin yaşadığı sıkıntılardan ve son romanın “Pan’ın Penceresi”nde ise hastanede çocuk olmanın ne kadar yıpratıcı olduğunu Tuna ve Kayra’nın oyunlaştırmaya çalıştığı zorluklardan okuyoruz. Okurken bile bazen gözyaşlarıma engel olamadığımı düşününce yazarken ne halde olduğunu gerçekten merak ediyorum. Bu tür konuları yazma sürecin nasıl ilerliyor?
Öncelikle masa başına “Acaba bugün hangi konuyu yazsam?” diye oturmadığımı söylemek isterim. Bahsettiğin romanları yazış sürecim bir birikim ve olgunlaşma süresinden geçti. Bu romanların içinde, dostluk, sevgi, oyun, sevinç, hayal kırıklığı, muziplik, küçük maceralar, umut, yaşama dair her şey var. Sanıldığı kadar, sancılı olmuyor yazma sürecim. Yazarken daha çok, coşku hissediyorum. Elbette hüzünlendiğim yerler oluyor ama karakterlerimin çocukluklarını yaşama, ifade etme şekli tebessüm etmeme neden oluyor. Okurlarım da sadece hüzünlenmiyor, kahramanlar ile birlikte sevinip, ağlayıp, gülüp, muziplik yapıyorlar. “Pan’ın Penceresi” için gittiğim bir okulda, çocuklar hastalığa değil sağlığa, arkadaşlığa, oyuna odaklanmışlardı. Beklediğimden daha umut dolu ve neşeli bir sohbet olmuştu. Bazen kitabı okurken gülümsemenize neden olan şey, iki arkadaşın bir gofreti ikiye bölüp paylaşması kadar sade ve içten davranış olabiliyor. Hayatta da böyle değil midir? Her şeye rağmen umut dolu olmanızı sağlayan şeyler vardır.
“Çocukları dinlemeyi bilelim”
Tüm bu yazdıklarınla çocuklara yalnız olmadıklarını, paylaşarak üzüntülerini azaltıp mutluluklarını çoğaltabileceklerini, umutlarını oyun ve kitaplarla yeşertebileceklerini anlatmak istediğini ve aslında çocuklar kadar yetişkinlere de seslendiğini düşünüyorum. Ne yazık ki yine her çocuk istismarı haberinde gündeme oturan “Çocuk susar, sen susma” söylemleri sosyal medyayı ele geçirdi. Sence de çocuklar gerçekten susuyor mu? Yoksa onların yazarak, çizerek, oynayarak ya da susarak ne demek istediklerini anlayamayanlar biz yetişkinler miyiz?
Çocuk susmaz. Oyun kurarak duygularını, yaşadıklarını anlatabilir. Oyun çocuğun dilidir demiştik. Gerçekten de öyledir. Çocuk istismarı ile ilgili psikolojik açıdan bilimsel yaklaşımları elbette konunun uzmanı çocuk psikolog ve psikiyatristleri daha iyi açıklayacaktır. Bir çocuk güvenli bağ kurduğu anne, baba, öğretmen vb. yetişkin ile yaşadıklarını paylaşabilir. Çocukları her türlü ihmal ve istismardan korumak biz yetişkinlerin görevi. Doğru iletişim nasıl kurulur, herhangi bir istismar ya da kötü muamele karşısında ne yapılmalı, hangi uzmandan destek alınmalı gibi konularda ebeveynlerin ve hatta öğretmenlerin de eğitilmesi gerekiyor. Çocukları ruhsal ve bedensel açıdan örseleyecek her tür kötü muamele ve istismara karşı, gönüllü olarak destek veren ve baroların çatısı altında kurulan komisyonlar var.
Sevgili Elif az önce sana, “Kuş Olsam Evime Uçsam” ile ilgili yaptığım araştırmadan bahsetmişim. Aynı araştırmayı “Kar Kurdu ve Canavar” için de yaptım. Babasının şiddet uyguladığı bir çocuk, resminde babasının ellerini çizmiyordu. Ya da bazı çocuklar ona şiddet uygulayan yetişkinin elini olağandışı bir büyüklükte resmediyordu. Biz yetişkinler, yeter ki çocukları dinlemeyi bilelim.
Son olarak en son bitirdiğin bir yetişkin ve bir çocuk kitabıyla, okumak için sıraya aldığın kitaplar hangileri diye sormak isterim. Nice kitaplarda buluşmak dileğiyle, zaman ayırdığın için çok teşekkürler.
Son bitirdiğim çocuk kitabı “Notları, Özel Şeyleri, Gerçek ve Hayali Hikâyeleri TITA.” Halen okumaya devam ettiğim yetişkin kitabı “Çocuk Edebiyatı İncelemeleri” ve sırada bekleyenler “Vakıf” (Isaac Asimov) İthaki Yayınları, “Dünyanın Doğum Günü” (Ursula K. Le Guin) Metis Yayınları, “Vaat” (Damon Galgut) Delidolu Yayınları, “Hafızamın Keskin Bıçağı” (Laurie Halse Anderson) Pegasus Yayınları. Güzel sorular ve sohbet için teşekkür ederim.f