Uzmanlık alanı çocuk, genç ve yetişkin psikiyatrisi olan Prof. Dr. Yankı Yazgan, depremleri çocuklara anlatırken dikkat edilmesi gereken noktalardan ilkini “Ailelerin yapması gereken en önemli şey; çocuklarına her şeyin iyi olacağı konusunda güvence vermek, ne yapacaklarını ve durumla nasıl başa çıkılacağını bildiklerini söylemek” diye özetliyor.
Yazgan’la afet, deprem ve krizlerin çocuklar üzerindeki etkileri üzerine söyleştik.
Ruhsal travma nedir?
Ruhsal travma, “dış kaynaklı bir felaketin yarattığı zihinsel durumun sonucu olarak, bireyin kendini geçici olarak çaresiz hissetmesi ve daha önceleri işe yarayan savunma ve başa çıkma mekanizmalarının işlemez hale gelmesi” olarak tanımlanabilir.
Depremin kendisi ve sonrasında olanlar başlı başına anormal bir durumdur. Bu anormal duruma karşı ortaya çıkan tepkilerin de anormal nitelikte olması beklenir.
“Çocuklar farklı türdeki sorunlarla başa çıkmak zorunda”
Travmanın çocuklar üzerinde nasıl etkileri olabiliyor?
Travmatik durumlara maruz kalan çocuklarda stresin psikolojik etkileri şiddetli ve uzun süreli olabilir. Afetlerden sonra çocuklarda en sık görülen belirtiler; depresyon, korku, gerilme, bedensel şikâyetler, ayrılık güçlüğü, oyun sırasında yeniden canlandırma ve çeşitli stres reaksiyonlarıdır.
Dissosiyasyon (ayrılma, kopma, bölünme) ve yaş reaksiyonları travma sonrası stresin yoğunluğunu belirler. Travmatik bir olay sırasında dissosiyatif semptomlar (duygusal kopma, hafıza veya algıda değişiklikler vb.), maruz kalanların travmanın etkisinden korunmalarına ve çaresizlik koşulları altında kontrol duygusu sürdürmelerine yardımcı olabilir.
Yas semptomlarının da travmatik olaylardan sonra ortaya çıkması beklenir ve bu semptomların doğası ve sıklığı çocuklar ve yetişkinlerde benzerlik gösterir.
Çocukların travmatik deneyimlere tepkisi çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin, spesifik travma sonrası semptomlar (travmatik olayı yeniden yaşama, kaçınma vb.), yas ve depresif semptomlar veya dissosiyatif semptomlar geliştirebilirler. Kişisel reaksiyonlar, travmatik olayın doğasına, sosyal bağlama ve kişinin mizacına ve başa çıkma yöntemlerine bağlıdır. Kitlesel felaketlerde, çocuklar farklı türden kayıplarla başa çıkmak zorundadır; yakınlarının, evlerinin, destek sistemlerinin, normal rutinlerin ve güvenliğin kaybı gibi.
“Depremi yaşayanların ağır ya da hafif psikolojik rahatsızlıklar yaşaması normal”
Twitter’da, “1999 depreminde, ilk günleri aç, açıkta ve uykusuz geçirmiş, kayıpları olmuş ve yıkımı görmüş çocuklarda yas/disosiyasyon belirtilerinin ve travmatik stres bozukluğu riskinin çok arttığını saptadık” demiştiniz. Bu çalışma sonucunda nasıl bulgular elde ettiniz?
2002 yılında yürüttüğümüz çalışmada 1999 depremini yaşamış okul çağı yaşındaki çocuklara “Travmatik Dissosiyasyon ve Yas Ölçeği” uyguladık.
Ağırlıklı olarak ölçeğin duygu- durum bileşenleriyle ilişkili semptomlar (sinirlilik, suçluluk, zevk alamama), ciddi şekilde yaralanmış ve ölmüş insanlar gören, geçmişte travmatik deneyimler yaşamış ve depremden sonraki günlerde belirgin uykusuzluk ve açlık yaşayan çocuklarda daha sık görüldü.
Dissosiyasyon semptomlarıyla (artan algısal bozulma vb.) ilgili risk faktörleri arasında ise genç yaş, iki veya daha fazla kişisel kayıp, enkaz altında kalma, fiziksel yaralanma veya depremin sonraki günlerinde açlık yaşama olduğu bulundu. Bu bulgular, çocukların travma sonrasında duygusal (yas belirtileri) ve dissosiyatif reaksiyonlar verebileceğini gösteriyor.
Uykusuzluk, açlık, geçmiş travma deneyimi ve ciddi yaralanmaya maruz kalma gibi öngörücü faktörler bizi bu tür bir patolojinin varlığına duyarlı hale getirmeli.
Şiddetli ve yıkım yaratan büyük bir deprem felaketini yaşayan herkesin ağır ya da hafif psikolojik rahatsızlıklar yaşaması normaldir, fakat bunun normal ya da beklenen bir süreç olması, müdahale edilmeyeceği anlamına gelmemeli.
“Çocuklar kendi kaygılarını yatıştırırsa travma riski azalı”
Çocuklara depremi anlatırken nelere dikkat edilmeli?
Çocuklar travmatik olayları yetişkinlerden farklı deneyimlerler. Yaşanan bir afet sonrasında çocuklar korkmuş, güvensiz ve kafaları karışmış hissedebilir. Bu süreçlerde çocuğun yaşı göz önünde bulundurulmalı.
Çok küçük ve okul öncesi yaştaki çocuklar için konuşmak gerekirse, ailelerin yapması gereken en önemli şey; çocuklarına her şeyin iyi olacağı konusunda güvence vermek, ne yapacaklarını ve durumla nasıl başa çıkılacağını bildiklerini söylemek.
Ergenlik öncesi yaş grubundaki çocukların bilemesi gereken şey ise ailelerinin riski gördükleri, bunun için güvenlikle ilgili gerekli önemleri almaya hazır oldukları ve almakta olduklarını duymaları ve bu konuda evhamlanmanın ötesinde birçok gerçekçi adım attıklarını bilmeleridir.
Böyle olduğu takdirde özellikle ergenlik öncesi yaş grubundaki çocukların kaygıları kontrol altında kalacaktır ve gündelik yaşamlarında diğer işlevleri sürdürebileceklerdir.
Bu konudaki en zor yaş grupları 4 ile 14 yaş arasında olan okul çağındaki çocuklardır. Bu yaş grubundaki çocuklarda görülen en büyük problem; bilinmeyene karşı duyulan korkudur. Bu çocuklar bilmedikleri şeyden korktukları zaman ne yapacaklarını bilemezler, çünkü doğal afetle başa çıkabilecek deneyime sahip değillerdir. Bu yüzdende yardım için ailelerine başvurular. Bu durumda ailelerin rolü çok kritik çünkü aileler hazırlıklı ve sakin kalmak zorundalar.
Aileler sakin kalmayı başarabilirlerse ve kendi kaygılarını kontrol altına alabilirlerse, çocukların da kaygılarını kontrol etmelerine yardımcı olurlar.
Çocuklar kendi kaygılarını yatıştırabilirlerse, travma riski azalır ve nedensiz korku duymazlar. Ve hemen hemen her farklı doğal afet ve travmatik olaya başarılı bir şekilde adapte olabilirler.
Ergenlik çağındaki çocuklara deprem hakkında bilgi verilebilir. Onlara hayatın başka alanlarında da olduğu gibi deprem için de hazırlık yapılması gerektiği ve depremin sonuçlarıyla yaşamak için hazırlık olunması gerektiği anlatılabilir.
Örneğin, su ve elektrik olmaması, yangın çıkması gibi depremin doğurabileceği sonuçlardan bahsedilebiliriz. Ancak genel olarak bu gibi sonuçları kontrol altına alabilecek donanıma sahip olduğumuz da belirtilmelidir.
“Planlı olmamız önünde bir engel yok”
Deprem ve kriz gibi bu tür kriz anlarında ruh sağlığı hizmetleri konusunda yeterli altyapı ve bilince sahip miyiz sizce?
Afetler, felaketler bireysel ve toplumsal düzeyde, yaşamın kaçınılmaz bir parçası. Bazılarımız bu felaketlere hayatlarında daha fazla denk gelirken, bazılarımız daha az karşılaşıyor. Toplumsal karışıklıklar da bunun bir parçası aslında. Bütün afetler birbirini besliyor. Burada önemli olan, bireysel düzeyde ne yapabiliriz dersek, hazırlıklı olmak.
Hiçbir zaman yeterince hazırlıklı olamayacağımızı bilsek de önemli olan ne kadar mümkünse o kadar hazırlıklı olmak. Ne zaman ne yapılacağını, ne kadar yapılacağını öngören bir hazırlık yapmanın bu tür felaket boyutundaki durumlarda toplumları koruyucu ve bir arada tutucu olduğunu, hazırlıklı olan toplumların böyle durumlarda daha az zarar gördüğünü biliyoruz.
Provaların ciddi yapılması, adım adım kimin ne yapacağının belirlendiği hazırlıkların yapılması çok önemli; ama bu tür hazırlıklar tehlikenin kendisi ortada değilken, pek işimize gelmez, gereksiz görürüz, genellikle de kaçınmaya çalışırız. Oysa kaygı dediğimiz ruh durumu ne olduğunu anlayamadığımız ve bu durumda ne yapacağımızı kestiremediğimiz bilemediğimiz durumlarda ortaya çıkar.
Her türlü hazırlıkta, her türlü eylemde kaygıyı kontrol ederek, gerçekçi bir şekilde davranmamızı sağlayacak algoritmalara, takip edilecek kurallar silsilesine ihtiyacımız var. Aksi takdirde ne yapacağını bilememek, hiçbir şey yapmamayı ya da lüzumsuz olan her şeyi yapmayı ama lüzumlu olanı yapmamaya götürüyor.
Hazırlıklı olsak da çok kötü şeyler olabilir; ama daha kötü şeyler olmasını önlemek açısından da hazırlıklı olmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Davranışsal hazırlık dediğimiz (binaların güçlendirilmesinden ibaret olmayan) ne zaman, kimin, nerede, nasıl yapacağı konusunda planlı olmamızın önünde bir engel yok.
Depremi yaşamasalar da anksiyeteleri tetiklenen, korku ve endişeleri artan insanlar neler yapmalı? Özellikle medyanın yayınladığı görüntüler ve olayları ele alma şekli pek çok açıdan tartışmalı.
Travmatik bir olayı ve sonrasını “uzak”tan görmek, çekilen acıyı hissetmek, hissederken çaresizliğe kapılmak travmatize olmayı kolaylaştırır. Acıya ve ölümlere tanık olup bir şey yapamamanın verdiği güçsüzlük, tanımasak da insan olarak aynı zemini paylaştığımız için ölümlerin ve yakınlarının üzüntüsü herkese yayılır.
Deprem gibi bir doğal afet sonrasında birçok insan duygusal ve fiziksel belirtiler hissedebilir. Bu belirtilerden bazıları; fiziksel ve ruhsal olarak bitkin ve yorgun hissetmek, karar almakta ve odaklanmakta zorlanmak, sıklıkla ve kolayca öfkelenmek, yorgun, üzgün, hissizleşmiş, yalnız ya da endişeli hissetmek, iştah ve uyku düzenin değişiklik olabilir.
Çoğu kişi olaydan birkaç gün sonra kendilerini daha iyi hisseder ve yavaş yavaş günlük hayatlarına dönerler. Ancak, bazı kişilerin olayın yarattığı etkileri atlatmaları daha uzun sürebilir ve bu durum günlük hayatlarını ve sosyal ilişkilerini etkileyebilir.
Ağlama krizleri ve öfke patlamaları, yemekte ve uyumakta zorlanma, aktivitelerden zevk almama, baş ağrısı ve karın ağrısı gibi semptomların artması, yorgunluk ve bitkinlik hissi gibi belirtileri iki haftadan uzun süre hissetme durumlarında destek almak için bir uzmana başvurmak faydalı olacak.
Yankı Yazgan hakkında
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Profesör, Yale Child Study Center’da öğretim görevlisi olarak eğitim ve araştırma çalışmalarını sürdürdü. Eğitim aldığı kurumlar Bornova Anadolu Lisesi (orta), Ankara Fen Lisesi, Ege Tıp Fakültesi (tıp), Marmara Tıp Fakültesi (uzmanlık, psikiyatri) ve Yale Tıp Fakültesi (üst-uzmanlık, çocuk ve ergen psikiyatrisi). Klinik uygulamalarda ve bilimsel araştırmalarında odak alanlarını nörogelişimsel bozuklukların tanılanması ve multimodal tedavilerinin uygulamaları oluşturuyor. |