*Fotoğraf: Şehlem Kaçar/csgorselarsiv.org
Şiddet biçimleri arasında hiyerarşi kurmanın, sistematik bir biçimde hepimizi etkisi altına alan diğer şiddet türlerinin hafife alınması ve kanıksanması anlamına geldiğini söylüyor psikiyatrist Arzu Erkan-Yüce.
Hepimize, tepki gösterirken, paylaşım yaparken özellikle çocuklar açısından bir kez daha düşünmemiz gerektiğini hatırlatan iki soru soruyor:
“Haberciler ve sade vatandaşlar olarak şiddet görenin yanında olmamız için tablonun trajik mi olması gerekmeli?”,
“Hangimiz cinsel saldırı sırasındaki mahrem görüntülerimizin ya da terapiste anlattıklarımızın sosyal medyada paylaşılmasını ister?”
İki çocuğun cinsel istismara maruz kaldığı ve kamuoyunda Elmalı Davası olarak yer bulan olay ve sonrasında medya ve sosyal medyadaki paylaşımlar üzerine Dr. Arzu Erkan-Yüce sorularımızı yanıtladı.
Çocukları muhtaç ve çaresiz konuma sıkıştıranlar…
Elmalı davası olayında sosyal medyada gelişen süreç, çocuk hakları açısından size neler düşündürttü?
Sosyal medyada her gün, duyarlılık ve kamuoyu oluşturmak, kitleleri harekete geçirmek, adalet arayışı, dayanışmak, yas tutmak vb. pek çok nedenle milyonlarca paylaşım yapılıyor. Bu paylaşımların kuşkusuz çok sayıda olumlu etkileri ve yararları var. Ancak bu paylaşımlar kimi zaman amacını aşabiliyor.
Ne yazık ki bu davada da bunu gördük. Sosyal medyadaki “adalet arayışında” şiddete maruz kalanın haklarını korumak ve onların iyiliğini gözetmekten, benzer istismar olaylarını önlemekten, maruz kalan ve tanık olanların yaşadıkları örselenmelerin sağaltımından çok; kınama, lanetleme ve cezalandırma arzusu ön plandaydı. “Suçlular en ağır şekilde cezalandırılsın da, çocuklar için zaten yapılacak bir şey yok” zihniyetinde olanlar vardı. Bunu nereden mi biliyorum? Sosyal medyada hak temelli, çocuk odaklı paylaşımlar nasıl olmalı/olmamalı konusunda yaptığımız paylaşımların altına gelen bazı itirazlardan. Çocukları edilgin, muhtaç ve çaresiz bir konuma sıkıştıran, metalaştıran, üzerlerinde herkesin söz sahibi olduğu yanılgısı ile hareket edenler, çocukları istismar eden kişilerin cezalandırılması için yaptığı paylaşımlarda çocukları bizzat istismar ettiklerinin farkında değiller.
Ülkemizde temel çocuk hakları yeterince bilinmiyor
“Kamuoyu oluşturmak” ve “linç kültürü”nün çocukların/maruz kalanların psikososyal sağlığının önüne geçmesi asla kabul edilemez. Ülkemizde temel çocuk/insan hakları yeterince bilinmiyor. Çocukların tıpkı erişkinler gibi birer birey oldukları ve mahremiyet hakları olduğu bilinmediği gibi, bazen de reddediliyor. “Çocuğun üstün yararı”; ebeveynler, eğitimciler, ruh sağlığı çalışanları ve hak savunucuları başta olmak üzere toplumun tüm kesimi tarafından öğrenilmesi ve benimsenmesi gereken bir kavram. Bu konudaki bilinç yükseltme çalışmalarının olumlu dönüşleri olduğuna tanık olmak sevindirici.
O çocuklar hayatta kaldılar, onlar için -ve diğerleri için- yapabileceğimiz çok fazla şey var.
Terapiste anlatılanın sosyal medyada paylaşılması
Söz ettiğiniz sosyal medyada “adalet ararken” sonucu düşünülmeden yapılan paylaşımlar (ses kayıtları, mahkeme delilleri, çocuklara ait çizimler) vakanın özneleri çocukları/yetişkinleri nasıl etkiliyor?
Sosyal medyada oluşan kamuoyu ve kitlesel hareket; yönetimsel ve hukuki kararları, toplumu yönlendirebilme gücüne sahip. Adli süreçlerde işleyiş sorunu olan çoğu şiddet olgusunda sosyal medya hareketi ile belli ölçüde gelişme sağlanabilse de bu “hareket” belli ilkelere göre yapılmadığında tam tersi etkiler doğurabilir.
Örneğin travma haberlerinin, hak temelli (çocuk odaklı) farkındalık oluşturma ya da yararlılık ilkesi gözetmeksizin, herhangi bir çözüm önermeyen ve hak ihlaline yol açan biçimlerde paylaşılması, şiddete maruz kalanların mahremiyetlerinin ve unutulma haklarının ihlaline, damgalanmalarına, kendilerini çaresiz hissetmelerine ve kurban rolüne sıkıştırılarak güçsüzleştirilmelerine neden olabilir.
Travmaya maruz kalanların, görülmesini ya da görmeyi, okumayı istemeyebilecekleri travmatik yaşantılarına dair görüntü ve mahrem bilgilerinin kitlelerce paylaşılması; şiddete, istismara maruz bırakmak, aynı travmayı defalarca yaşatmak anlamına gelebilir. Hangimiz cinsel saldırı sırasındaki mahrem görüntülerimizin ya da terapiste anlattıklarımızın sosyal medyada paylaşılmasını ister? İşte o davadaki çizimler, ifadeler, detaylar da öyledir. Onlar salt çizim değil! Küçüğün, yardım ararken başlarına geleni anlatma, kendini ifade etme biçimi, en mahremi, travmatik anıları. Ne niyetle olursa olsun o çizimleri/anlatımları kullanan, paylaşan herkes farkında olmadan çocuk istismarı yapıyor. Çocuklar gün gelip o çizimleri, yazılanları görebilir, derinden sarsılabilir.
Dijital ortamlarda asla yok olmayacak paylaşımlar…
Dijital ortamlarda asla yok olmayacak bu paylaşımlar, salt çocukların değil tüm şiddete uğrayanların, yakınlarının ve bu detaylara maruz kalanların her seferinde yeniden travmatize olmasına neden olabilir. Sözde farkındalık ve “adalet arayışı” için yapılan bu paylaşımlar, kişilerin temel güven ve adalet inançlarının sarsılmasına, maruz kalanların travmalarını işleyememelerine, ruh ve beden sağlıklarının bozulmasına neden olabilir. Bu paylaşım furyası, şiddet olaylarını olağanlaştırmaya, sıradanlaştırmaya, suça özendirmeye, faili güçlendirmeye hizmet edebilir, maruz kalanları ve kırılgan bireyleri yeni travmaların hedefi haline getirebilir.
Kanıksama, duyarsızlık ve inkâr
Sosyal medyadaki bu paylaşımların kişiyi gerçeklikten kopardığını düşünüyor musunuz? Ya da sanki bu şekilde paylaşırken tehlike kişinin çok uzağındaymış gibi bir inkâr durumu da var mı?
Görüntüler ve sansasyon “tık aldıkça” profesyonel haber sitelerinin çoğunluğunun ilgili konudaki eksikleri ve çözüm yollarını işaret eden; sorumlu, eşitlikçi ve hak temelli habercilikten ve kamu yararından uzaklaştığına tanık oluyoruz. Görünen o ki onaylanmış ve haklı hissettiren bu etkileşimin şehvetine kapılanlar birbirlerini şiddeti yeniden üretmeye ve yankı odalarının içindeki o karanlığa hapsolmaya koşulluyor. Bu paylaşımlar şiddetin günlük yaşamın sıradan parçasıymış gibi kanıksanmasına, duyarsızlık ve inkâr davranışına, insanların gerçeklikten, insani duygulardan ve değerlerden uzaklaşmasına neden olabilir. Hem bazı profesyonel haberciler hem de sosyal medya kullanıcılarının etik ve vicdanı hiçe saymasında, şiddet pornografisinin üretilmesinde, “maruz kalanların” yaşadıkları travmalar yetmezmiş, duygu, düşünce ve değerleri yokmuş, kamuya ait birer nesnelermiş gibi, izinsiz paylaşımlara konu edilerek istismar edilmelerinde bu duyarsızlaşma ve yabancılaşmanın payı olabilir. Bu duyarsızlaşma konusunda “ayıklık” sağlamak, bu paylaşımları yapan kişilere geribildirim vermek ve doğru kaynakları paylaşmak sayesinde mümkün olacaktır.
Tablonun trajik mi olması gerekmeli?
Çoğu olayda ispat için görsellerin kamuyla paylaşılması beklentisi oluşuyor. Sanki bu görüntü ya da deliller paylaşılmazsa kamuoyu oluşmayacak gibi… Toplum olarak tepki vermek için, duyarlılık oluşturmak için bu kanıtları görmeye ihtiyacımız var mı gerçekten?
Bir istismara ses çıkarmak, toplumu tepkiye, hâkimleri, savcıları göreve davet etmek için “dramatik detayları paylaşmamıza gerek olduğu” önermesi asla kabul edilemez. Sözü geçen dava örneğinde bu görüşün ısrarla savunulduğuna tanık olduk. Haberciler ve sade vatandaşlar olarak şiddet görenin yanında olmamız için tablonun trajik olması mı gerekmeli?
Bu şekilde oluşacak duyarlılık samimiyetsizdir, geçicidir, yetersizdir, şiddeti yeniden üretir. Psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet… Hepsi şiddet ama insanlar ne yazık ki ortada ciddi fiziksel şiddet, cinsel saldırı gibi daha dramatik tablolar varsa, konuya işte o zaman dikkat kesiliyor, psikolojik şiddet ya da ısrarlı takipse görmezden geliniyor.
Çünkü “yeterince dikkat çekici” değiller…
“Trajik” olaylar gündemdeyken, birçok kadın cinayeti işlenmeye, birçok kadın ve LGBTİ+, çocuk şiddet görmeye devam ediyor ancak çoğu görülmüyor, konuşulmuyor, çünkü “yeterince dikkat çekici” değiller. Bu, şiddet biçimleri arasında hiyerarşi kurmak, sistematik bir biçimde hepimizi etkisi altına alan diğer şiddet türlerinin hafife alınması ve kanıksanması demektir. Böylelikle duyarlılık eşiği gitgide yükselir, korku filmlerini andıran şiddet görüntü ya da senaryoları olmadıkça toplumsal duyarlılık oluşmaz hale gelir. Çoğu “trajik” şiddet olay, psikolojik şiddet, ısrarlı takip ve tacizle başlarken, kamuoyu oluşturabilmek için darp, cinayet ya da cinsel istismar ya da saldırı aşamasına gelmesini, elle tutulur deliller oluşmasını bekleyenlerin akımına kapılmayı her fırsatta reddetmeliyiz.
İşin bir başka boyutu da, ispat için görsellerin kamuyla paylaşılması beklentisi “O kişiye ancak somut delil varsa inanılır, yoksa inanılmaz” şeklinde bir algı oluşturur. Tüm bunlar bir süre sonra kişilerin beyanın inanılırlığını ve güvenilirliğini sorgulatan bir alışkanlığa dönüşür. Mahrem kalması gereken görseller, adli tıp raporları, dava dilekçeleri ortalığa saçılır. Adı geçen davada şüphelilerin kendilerini aklamak için daha mahrem başka ayrıntıları ve kişisel verileri paylaştıklarını, çocukların bir kez de bu yolla istismar edildiğini gördük.
Uyarıya rağmen paylaşımları kaldırmayanlar
Konunun en önemli boyutu da medya ayağı tabii. Basında kullanılan fotoğraflar, ifadeler, detaylar çokça eleştiriliyor, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda. Bianet’in de bu konuyla ilgili önemli çalışması Haberde Çocuk El Kitabı gündeme geldi yine Elmalı davasıyla birlikte. Travma haberlerinin yaygın medyada veriliş şekli toplumu nasıl etkiliyor?
Travma haberlerinin, basın yasasına ve gazeteciler cemiyeti tarafından yayımlanan ilkelere aykırı paylaşımlar, adli mercilere, hak savunucularına, ruh sağlığı uzmanlarına emanet edilmiş bilgileri ortalığa saçmak, insanların travmalarını ne niyetle olursa olsun malzeme etmek hem etik dışıdır, hem istismardır hem de suçtur. Bunu her fırsatta dile getirmeliyiz. Ne yazık ki profesyonel habercilerin de, kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının da; hukukçuların ruh sağlığı çalışanlarının, eğitimcilerin kısaca “yurttaş gazeteciler”in de bu hataya düştüğünü, yasalar ve evrensel ilkeler tanımlanmış paylaşım esaslarına uymadıklarını, defalarca uyarılmalarına karşın çok etkileşim alan uygunsuz içerikli paylaşımlarını silmediklerini görüyoruz. Uyarıya rağmen paylaşımları kaldırmayanlar, istismarı bilinçli olarak gerçekleştirmiştir.
Her şeye rağmen çok yol kat ettik
Öte yandan yaptığımız bilgilendirmelerden, eleştirilerden sonra gelen geri bildirim, özeleştiri ve teşekkürlerden, değişen tutumlardan yola çıkarak umutlu olduğumu söylemeliyim. Her şeye rağmen bu konuda çok yol kat ettiğimizi görüyor, mücadeleyi kararlılıkla sürdürdükçe birlikte hızla dönüşeceğimize inanıyorum. Bu konuda yapılan farkındalık çalışmalarını, eğitimleri, rehberler ve açık kaynakları çok yararlı buluyor, her fırsatta duyuruyor, emeği geçenlere içtenlikle teşekkür ediyorum. Hak temelli habercilik ilkesini benimseyen ve bu alanda örnek üretimler yapan, kaynak ve eğitimler sağlayan medya çalışanları ve içerik üreticilerinin sayısının az olmadığını bilmek güç veriyor.
Habercilerin ve etki alanı geniş kimselerin (hesapların) bu konudaki eksikleri işaret eden, sorumlu, eşitlikçi ve hak temelli bir habercilik konusundaki kararlılıkları ile kitlelere hızla yayılan kazanımlar elde edilebilir. Tüm medya çalışanları ve içerik üreticilerinin yasalarda tanımlı biçimde yayıncılık yapmaya teşvik edilmelerinin, hak temelli habercilik ve habercilik etiği konularında ileri eğitim ve atölyelere katılmalarının, medya organları ve kuruluşların ruh sağlığı alanında çalışan dernekler ile bu konuda işbirliği sağlamalarının, çocuk istismarı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, intihar ve şiddet ile mücadele için vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.