Millî Eğitim Bakanlığı, tüm öğretim kademelerini kapsayan zorunlu derslere ait “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı üç bin sayfalık yeni müfredat taslağını geçtiğimiz günlerde kamuoyunun görüşüne sundu.
Yeni müfredat taslağı için öğretmenler ve akademisyenler internet sitesi üzerinden bir hafta boyunca görüşlerini paylaşabilecek.
Bakanlıktan yapılan açıklamada yeni müfredatın 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu ifade edildi.
Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de yeni müfredatın “değerlerine bağlı, hayallerini gerçekleştirebilecek” çocuklar yetiştirmek amacını taşıdığını söyledi. Ayrıca müfredatta sadeleştirmeye gidildiğini paylaştı.
Herhangi bir değişiklik olmaması halinde yeni müfredat, 2024-2025 eğitim ve öğretim yılında her kademenin birinci sınıfında uygulamaya konulacak. Yani okul öncesi, ilkokul birinci sınıf, ortaokul beşinci sınıf ve lise dokuzuncu sınıflar yeni müfredatla eğitim ve öğretime başlayacak.
Peki, yeni müfredat ne amaçlıyor? Sadeleşme söz konusu mu? Uzmanlar, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni nasıl yorumluyor?
İstanbul Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Okul Öncesi Öğretmenliği Programında öğretim üyesi olan Doç. Dr. Mehmet Toran ve eğitimci Ali Taştan yeni müfredat taslağını bianet’e değerlendirdi.
Toran ve Taştan, öncelikle taslağın askıda kalma süresini eleştirdiler ve bir haftalık sürenin değerlendirme yapmak için yeterli olmadığını ifade ettiler.
Toran, okul öncesinde müfredatın sadeleştirilmekten ziyade daha karmaşık bir hale getirildiğini belirtirken; Taştan, ilköğretimde sadeleştirme yapıldığını fakat eğitimin bilimsellikten uzaklaşarak daha da dinselleştirildiğini söyledi.
Uzmanlar, taslağı hazırlayan ekibe dair bilgi paylaşılmamasına da tepki gösterdiler.
“Kapalı kapılar ardından hazırlanmış”
Doç. Dr. Mehmet Toran, sözlerine müfredatın hazırlanma sürecine değinerek başladı ve “Milli Eğitim Bakanı her ne kadar ‘şu kadar akademisyen, şu kadar paydaş yer aldı’ dese de biz bu katılımcıların kim olduğunu bilmiyoruz. Önce bunların belli olması gerekiyor. Birkaç isim duyduk ama hâlâ net isimler bilmiyoruz, kimlerin olduğunu teyit edemiyoruz. Bu durum şeffaflığı ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla hazırlanan programın gerçekten o kişiler tarafından imza altına alıp alınmadığını bilmiyoruz. Yani program şeffaf bir şekilde hazırlanmış değil, kapalı kapılar ardından yapılan bilmediğiniz kişiler tarafından hazırlanmış bir program” dedi.
“Çocuk merkezli bir program değil”
Geçmiş dönemleri hatırlatan Toran, sözlerine şöyle devam etti: “Okul öncesi eğitimle ilgili daha önce gelişim ve çocuk merkezlilik ön plandayken şu an gelişimden ziyade öğrenme ve öğrenme merkezli bir yaklaşım söz konusu. Bir anlamda öğretmen ve davranışçılığın şart koşulduğu bir programdan söz ediyoruz. 404 tane alan becerisi göstergesi var, 402 tane erdem değer eylem göstergesi var. Neredeyse değerler üzerine inşa edilmiş bir program. Erdem, değer, eylemin uygulanmasına ilişkin esaslar ayrıca yayınlanmış ve diyor ki ‘bütün beceriler, alan becerileri, sosyal duygusal öğrenme becerileri, okuryazarlık kavramsal süreç becerileri, eğilimler bunların hepsinin mutlaka ve mutlaka 402 tane olan erdem, değer, eylem göstergeleriyle ilişkilendirilmesi gerekiyor’ diyor. Yani ‘mutlaka uygulanacak ve çocuğa da uydurulacak’ diyor. Yani öğretmenin yetkinliğine bırakılıyor. Dolayısıyla iş biraz karmaşık.”
Müfredatın çocuk haklarını gözetmediğini vurgulayan Toran, “Daha çok otoritelerin yararını gözeten bir müfredat ve çocuk haklarıyla da çelişiyor” dedi.
“Müfredat statükocu anlayışa evrilmiş”
“Mesela değerler başlığında ‘erdemli insan’ kavramı var. Kimin erdemli insanı? Kime göre erdemli insan?” diye soran Toran, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Çok çelişkili şeyler var. Mesela adalet kavramının altında ‘hakkı olmayanı verilse dahi almaz’ diyor. ‘Haksızlık karşısında duygu ve davranışı kontrol eder’ diyor. Çok güzel değerler olduğunu görebiliyoruz ama diğer taraftan ‘Ülkesinin geleceği için aile ve nüfusun önemini bilir. Aile bütünlüğünün, aile birliğine önem vereceğini…’ diyor. Mesela bu ne anlama geliyor? Öğretmen bunu nasıl anlatacak? Mesela özgürlük kısmında ‘Ülkesinin geleceği için gerekirse fedakarlık yapar’ diyor. Nasıl yapar?
‘Erdem değer eylem’ tablosu okul öncesinden 12. sınıfa kadar ama okul öncesi öğretmeni, çocuğun yaşına göre değilse bile çocuğun yaşına göre uyarlamak zorunda, böyle bir durum var. Bu müfredat çocuk merkezli çocuk haklarını gözeten, çocuğun yüksek yararını gözeten bir müfredat değil. Daha çok otoritelerin yararını gözeten bir müfredattır. Çocuk haklarıyla da çelişiyor. Bir insan tipi insan üretilmeye çalışılıyor. Bu da çocuk haklarını önceleyen, özgürlükçü bir anlayıştan ziyade statükocu anlayışa evrildiğini söyleyebiliriz.”
“Sadeleştirme yok, daha da karmaşık”
Son olarak, taslağın askıda kalma süresine ve “sadeleştirmeye” değinen Toran, şunları söyledi: “Sadeleşen bir şey yok, gittikçe karmaşıklaşan bir program var. Okul öncesinde bundan önceki 182 sayfaydı, bu 398 sayfa yani sadeleşmiş hali 398 ise daha sadeleşmişini merak ediyorum. Bu henüz taslak, görüşler alındıktan sonra ortaya ne çıkacak, uygulamaya nasıl geçirilecek, geçirilecek mi, bilmiyoruz.
Ayrıca dönüşler için askı süresi de oldukça kısa. Bu herhangi bir metin değil, bu bir politika belgesi. Bu politika belgesini herkes aynı yetkinlikte aynı sürede okuyamaz, değerlendiremez. Dolayısıyla bir haftalık sürede değerlendirmek oldukça güç. Bu sürenin mutlaka uzatılması gerekiyor.”
“Müfredat değil öğretim kuramı”
Taştan ise sözlerine “Müfredat değil öğretim kuramları kavramını kullanmayı tercih ediyorum. Zaten 2002’ye kadar öğretim kuramlarıydı ve bir bilim alanı olarak görülüyor. Bir bilim alanını yok sayarak bir metin hazırlamak, öğretim kuramı yerine müfredat koymak zaten doğrudan bilimselliğini ortadan kaldırıyor” diyerek başladı.
“Dinsel bir yapıya büründürülmüş”
Taştan, eğitimde her yapılan değişiklikle bilimsellikten çok daha fazla uzaklaşıldığını söyledi. Söz konusu taslağın da bu şekilde olduğunu vurgulayan Taştan, şöyle konuştu:
“Yıllardır eğitimciler olarak uyarıyoruz, sadeleştirme yapılmalı diyoruz. Bizim ilkokul ve ortaokul programımız çok ağır. İkinci sınıfta test uygulamaya başlıyoruz. Ağır matematik ve soyut kavramları veriyoruz. Ama sadeleştirme böyle yapılmamalı. Kuramın geneline baktığımızda, dinselleşmiş, dincileşmiş, bir öğretim kuramı var. Piyasacı, dinsel ve totaliter bir yapıya büründürülmüş bir taslak ortaya çıkıyor. Bilimsel temelde olması gerekirken daha çok manevi dünyaya dair kavramlar konulmuş. Program, ruhani dünya, beden ruh sağlığı, ahlak, değerler diyerek başka bir yapıya büründürülmüş. 22 yıldır değişiklik yapıyorlar ama her defasında bilimsellikten çok daha uzaklaşıyorlar. Bu değişiklikten sonra da eğitimin iddia edildiği gibi bir noktaya geleceğini sanmıyorum.”
“Bir haftada incelemek gerçekçi değil”
Taslağın askıda kalma süresine de değinen Taştan, sürenin göstermelik olduğunu söyledi ve ekledi: “Ayrıca bakan ‘10 yılda hazırladık’ diyor ama bir haftada bunun incelenmesini istiyor. Bu da gerçekçi değil. Bir haftada incelemek, bilimsel temelli görüş bildirmek mümkün değil. Sadece kamuoyunda görüş aldık demek için açtılar, bu süre gerçekçi değil. Ayrıca kimlerle yapıldı, ne zaman davet edildi, hangi kurumlar davet edildi? Kaç bilim insanı vardı? Bunları açıklama gereği de duymuyor. Sadeleştirmenin olduğuna katılıyorum, ikinci sınıfta kesirler çıkarılmış bunlar o yaş öğrenciler için ağır ve soyut ancak ortaya çıkan dinselleştirilmiş bir kuram. Dolayısıyla bilimsel bir temeli olmadığı için bu kuramın eğitimi ve öğrencileri daha iyi noktaya taşıyacağını sanmıyorum. İçeriği kitaplar çıktığında daha net göreceğiz.”