İlk romanı “Burnumun Renkleri” ile Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı Ödülü’nü kucaklayan Esra Yazdıç Demir, ikinci romanı “Memur Çocuk” ile yeniden çocuklarla buluştu. Bilinmeyeni bulma, cesaretle sorma, sorgulama ve araştırma üzerine kurulan hikâyelerinde çocukları farklı kelimelerle tanıştırmayı seven yazar, her iki kitabında da cesaret ve nezaket kavramları üzerinde dururken bunun sebebini “Nezaket benim için müthiş bir ölçü birimi” cümlesiyle yorumluyor.
Gazeteci kökenli Esra Yazdıç Demir bianet’in sorularını yanıtladı.
Öncelikle bir gazeteciyle röportaj yapma cesaretimi kırmadığın için sana teşekkür etmek isterim Esra. Eksi18 Edebiyat Topluluğu’nun farklı projelerinde uzaktan da olsa seninle çalışma fırsatımız oldu. Bu sayede üniversitede edebiyat okuduğunu, uzun yıllar gazetecilik yaptığını ve yazmaya küçük yaşlardan beri gönül verdiğini biliyorum. Ve en nihayetinde de bu sohbetin asıl kahramanı “Burnumun Renkleri” romanınla gelen bir ödülün var. Bu hareketli yaşam serüvenini kısaca bir de senden duymak isterim. Yazmaya hevesin ne zaman ve nasıl başladı?
Gazetecilik merak, araştırma ve inadına sorgulamakla ilgili. Sen bu üç unsuru günlük yaşamında da çok güzel birleştiriyorsun o yüzden mimar kökenli bir meslektaşımla konuşmak benim için büyük keyif. Ben de alaylı bir gazeteciyim. Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunuyum. Çok severek okudum. Ancak hayalim hep gazetecilik yapmaktı. Birinci sınıfta Cumhuriyet Gazetesi’ne stajyer muhabir olarak girdim ve harika süreç böylece başladı. Sonrası inat, azim, gözyaşı, bol kahkaha ve durdurulamaz bir anlatma isteği ile devam etti. Zordu ama bugün olsa yine aynı yolu yürürdüm. Üniversiteden bu yana ilk gençlik romanlarına ayrı bir ilgim vardı. Çantamda bir yetişkin bir çocuk romanı taşırdım. Hikâyeler yazardım, hatta bazı haberleri hikâyeleştirerek anlatırdım o yüzden. Röportaj, yazı dizisi ya da yaşam haberlerini yapmaktan büyük keyif alırdım. 16 yıllık muhabirliğin ardından, değişen medya düzeniyle birlikte kurumsal hayata geçmeye karar verdim. Kızımın doğumu ile çocuk ve ilk gençlik edebiyatına olan ilgim yoğunlaştı ve pandemi sürecinde tanıştığım Eksi 18 Edebiyat Topluluğu bana çok iyi geldi. Nevzat Süer Sezgin’in yürüttüğü çocuk ve ilk gençlik edebiyatı derslerini tamamladım ve cebimde onun yüreklendirmesi ile dolu hikâyeler biriktirdim. İşte Gülten Dayıoğlu Roman Ödülü’nü bana getiren “Burnumun Renkleri”, üç sayfalık bir ödevden romana dönüşen bir eser.
Nezaket benim için müthiş bir ölçü birimi
“Burnumun Renkleri”nden sonra “Memur Çocuk” romanın geldi. Her ikisinde de cesaret ve nezaket kavramlarının üzerinde yoğunlaştığını görüyorum. Günümüz teknolojilerinin hızını ve sosyal medyanın fütursuz kullanımını düşündüğümüzde özellikle nezaketin çoğu yerde unutulduğunu söyleyebilir miyiz? Bu değerlerin senin hayatındaki öneminden başlayarak romanlarında neden bunun üzerinde durduğunu anlatabilir misin?
Cesaret ve nezaket, üzerine çok düşündüğüm, yaşamıma adapte ettiğim ve ilişkilerde aradığım başlıca kavramlar. Özgürlük çok kıymetli ancak çocuklara önce cesaret kavramının öğretilmesinden yanayım. Çünkü cesaretin bizi özgürlüğe taşıdığını düşünüyorum. Sınırsız bir özgürlük değil, doğru yönlendirilmiş, üzerine çalışılmış, cesaret ile kazanılan özgürlüğü kalıcı buluyorum. Nezaket ise benim için müthiş bir ölçü birimi. Karşımdakinin sadece bana değil, hangi pozisyonda ya da yaşta olursa olsun başkalarına karşı zaman, mekân gözetmeksizin aldığı tavrı önemsiyorum. Kişinin kendini gerçekleştirmiş olup olmaması, hayata karşı hazmını benim için belirleyen unsur nezakettir. Bu iki kavramın da küçük yaştan itibaren konuşulması gerekiyor. O yüzden her iki kitabım için de geçerli olan temel bir cümle var, “Cesarete ihtiyacı olan birini tutup kaldırmaya cesaretin var mı?” Kolay gibi görünür ama birini hiçbir çıkar gözetmeden kollamak çok da kolay değildir. “Burnumun Renkleri”ndeki Bayer, “Memur Çocuk”taki Aslı karakterine bu gözle bakmanızı isterim.
Şimdi biraz daha bu ödüllü romanının satır aralarına girelim. Doğar doğmaz çocuklara verdiğimiz isimlerin mizahı üzerinden başlıyor roman. Kızılderili çocukların bir yaşa kadar isimsiz yaşadıkları ve sahip oldukları özelliklere, başarılara göre isimlendirildikleri söylenir. Yaşadığımız topraklarda ise genellikle çocuğumuzda olmasını istediğimiz özelliklere uygun isimler seçiyoruz. Yetişkinlerin bu planları kimi zaman tutuyor kiminde ise senin de yazar olarak yakaladığın gibi mizaha malzeme oluyor. Deniz Toprak Miskoklar karakterin nasıl ortaya çıktı? Önce karakter mi seni buldu yoksa konu mu seni yakaladı? Ayrıca nedir bu umami?
Koku duyusu üzerine yazmam gerekiyordu. Zaten en hassas duyum koklamadır. Böyle durumlarda hep hassasiyetler dikkate alınır. Peki, zıtlık olsaydı nasıl olurdu sorusuyla yola çıktım ve iki uç karakter yarattım. Hayatını kokular üzerinden kazanan dünyanın en önemli burunlarından birinin çocuğu koku körü olsa nasıl olurdu? O nedenle beni konu yakaladı, karakter ardından geldi. Umami, beşinci tat. Kendi başına acı, ekşi, tatlı, tuzlu diyemiyoruz. Tatların birleşiminden oluşuyor. Ağızda sulanmaya neden olan değişik bir tat. Deniz Toprak’ın annesi onun hayatta kalması için kilit niteliğindeki bir oyun hazırlıyor ve adına umami diyor. Devamı kitapta saklı.
Alışkanlıklarımız ve öğretiler
Konuları çocuk gözünden ustalıkla işlediğin her romanında, değer yargılarımız kadar toplumsal cinsiyet eşitliğine de değiniyorsun. Metinlerinin arka planında, farkında olmadan yaptığımız kadın – erkek ayrımlarından, mesleklerin cinsiyete indirgenmesi gibi hiç de adil olmayan konulara işaret ediyorsun. “Dil değişince dünya değişir” söylemi için neler söylemek istersin?
Aslında hayata bakış değişirse, dil değişir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ele alan, doğru bildiğimizi sandığımız ama çok da doğru yapamadığımız ya da kullanmadığımız hatalı cümle ve tavırları anlatan bir atölye/söyleşi yapıyorum. Adı: Elalem Hapsinde Cinsiyet Eşitliği. Orada bir araya geldiğimiz yetişkinlerle -ki genellikle ebeveynler katılıyor- sohbet koyulaştıkça, oto kontrol kaybedildikçe aslında elalem ile içimize işlemiş düşünce biçimlerinin ortaya döküldüğünü görüyoruz. Kelimelerin ağzımızdan alışkanlıklarımız ve öğretiler doğrultusunda çıktığını görüyoruz. Sadece bilim adamı yerine bilim insanı, bayan yerine kadın demek yetmiyor, zihinsel dönüşüm şart. “Memur Çocuk”ta ‘Cesur’ hikâyesi var. Sivas’ta bir yol üstü lokantasında Kangallar üzerinden yürüyen hikâyede Aslı soruyor, “Tüm köpekler erkek mi?” “Hayır” diyor lokantanın sahibi. “Ama hepsinin adı cesur” deyince Aslı, adam, “Neden olmasın kızlar cesur olamaz mı?” diye soruyor. Düşünce değişince dil de değişiyor.
Keşkeleri azaltabilmek minik ışıklar bırakıyorum
Toplumsal cinsiyet eşitliği özellikle çocuklar söz konusu olduğunda dengede olunması gereken bir olgu. Kız çocuklarını desteklerken oğlan çocuklarının göz ardı edilmesi söz konusu bile olamaz. Oğlan çocuklarının küçük yaşlarda çalıştırılması ya da ‘erkek adam’ yakıştırmalarıyla duygularına yabancılaştırılmaları üzerinde durulması gereken toplumsal sorunlar. “Burnumun Renkleri”nde de hikâyenin, yine büyük çoğunlukla oğlan çocuklarının yaşadığı bu tip bir toplumsal sorun etrafında örüldüğünü görüyorum. Babadan oğula geçen kurulu iş düzenleri ve oğuldan beklenen işi sahiplenme isteği… Sanırım cesaret çocukların hayatına bu noktada devreye giriyor, öyle değil mi?
Bu roman aslında bir cesaret hikâyesi. Benim sözlüğümde cesaret, sevdiğin herhangi bir şeye tutkuyla bağlanmak, bunu hayatına almak için sınırsız bir enerjiyle hareket etmek demek. Gerektiğinde pek çok insana karşı durman gerekse dahi içindeki ses “devam et” der. Bunları yaparken en önemli konu ise sevdiklerine karşı ölçüyü tutturmak. Çünkü “Burnumun Renkleri”nde de görüyoruz ki aile biriciktir ve er ya da geç kucaklaşılır. Çocukların yaşamlarında ‘keşke’ kelimesini olabildiğince az kullanabilmeleri için, buna giden yola kitaplarımla minik ışıklar bırakabilmeyi diliyorum.
Son olarak her iki romanının da görsellerini hazırlayan ressam Beste Örge Sağlam’a da selam gönderip son bitirdiğin bir yetişkin ve bir çocuk kitabıyla, okumak için sıraya aldığın kitapları sorayım. Nice kitaplarda buluşmak dileğiyle, zaman ayırdığın için çok teşekkürler.
Beste, benim yol arkadaşım. Hayranlık kavramına mesafeli yaklaşırım ancak onun çizgilerine karşı mesafesizim. Her iki kitabın da kapaklarını Beste’ye emanet ettik ve o kapakların anlamını hikâyeyi bitirmeden anlayamıyorsunuz. Alt metni çok kuvvetli çalışır. O yüzden merak uyandıran kapaklar için tekrar teşekkür etmek isterim kendisine. Bu keyifli ve samimi söyleşi için sana da ayrıca teşekkür ediyorum Elif’cim.
Bitirdiğim yetişkin Kitabı: Maud Ankaoua / Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü
Bitirdiğim Çocuk/Gençlik Kitabı: Sevtap Ayhan / Düşünme(me) Oyunu
Sıradaki Yetişkin Kitabı: Neslihan Önderoğlu / Cüret
Sıradaki Çocuk/Gençlik Kitabı: Jordan Scott / Ninemin Bahçesi