Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, tam 30 yıl önce bugün, 20 Kasım 1989’da BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Türkiye, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe giren sözleşmeyi 1995 yılında imzaladı.
Sözleşmenin 30. yılında Türkiye’de çocuk haklarını Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Bernard van Leer Vakfı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi, CİSST Hapiste Çocuk Ağı, Eğitim Reformu Girişimi, İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi temsilcileri, öğretmenler ve halk sağlığı uzmanlarıyla konuştuk.
Ortak fikir; çocuklar adına genel tablonun hiç de iç açıcı olmadığı yönünde. Çocuklar eğitime, sağlığa erişim hakkını kullanamıyor, ayrımcılığa maruz bırakılıyor, savaş ve çatışma ortamlarında en büyük zararı onlar görüyor… Oyun alanları dahi yok…
“Cezasızlık kültürü ortadan kaldırılmalı”
Emrah Kırımsoy (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği üyesi, KHK ile kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nin Kurucusu)
“197 devletin imzaladığı ve çocuk hakları konusunda yükümlülük altına girmeyi taahhüt ettiği belge, çocuklar için daha iyi bir dünya çabasına umut ve ilham vermeye devam ediyor. Ancak 30 yılda hem dünyada hem Türkiye’de çocuklar ayırımcılığa maruz bırakılıyor; yaşama, gelişme ve katılım hakları önündeki engeller var olmaya ve kimi zaman artmaya devam ediyor. Yaşanan eşitsizlikler, çocukların hak ihlallerinin artmasına neden oluyor. Çocukların insan haklarını tehdit eden sorunlar ise taraf devletlerin önceliği haline gelmiyor.
“30 yıl içerisinde olan bitenlere; adalet, sağlık, eğitim, sosyal hizmet ve sosyal yardımlar vb. alanlarda yaşananlara dair ve -ne yazık ki sayısız vaka üzerinden- sayfalarca değerlendirme, istatistik vermek mümkün. 6 yaşındaki Efe Boz, 9 yaşındaki Vail El Suud, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol, 13 yaşındaki Ahmet Yıldız, Seyhan Doğan ve Davut Altınkaynak, 16 yaşındaki Nedim Akyön, Manisalı Gençler; Pozantı, Şakran, Sincan, Maltepe gibi ceza infaz kurumlarında kötü muamele ve işkence gören çocuklar, şiddetin farklı türlerine maruz bırakılan kız ve oğlan çocuklar sadece bazıları… Dolayısıyla çocuk haklarına dair 30 yıllık durum, karanlığın sıradanlığı içerisinde “-mış gibi” kalarak devam ediyor.
“Bu yüzden, olan bitenleri çeşitli şekillerde meşrulaştırmak ve olumlamak yerine Kuçuradi’nin “Tek bir kişi bile haksızlığa uğruyorsa hiçbir genel yarar korunamaz” sözünün genel ilke olarak kabul edilmesi; çocuk haklarının 0-18 yaş arasındaki kişiler için özel bir statü, yetişkinlere sorumluluk ve devlete yükümlülük verdiğinin samimiyetle içselleştirilmesi, hak ihlalleriyle yüzleşilmesi ve cezasızlık kültürünün ortadan kaldırılması bir başlangıç olabilir… Umutla, ısrarla, inatla çocuklar için daha iyi bir dünya mümkün diyerek…”
“Oyun parkında oynamak haktır”
Yiğit Aksakoğlu (Bernard van Leer Vakfı Türkiye Temsilcisi):
“Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni 1995 yılında imzaladı. Sözleşmeye ilişkin iki önemli nokta var. Birincisi uygulanmasıdır. Aradan geçen 30 yılda bu sözleşmenin uygulanmasını sağlayacak mekanizmaların çalışıp çalışmadığını görebiliyor olmamız lazım. Haklara erişimin de bir hak olduğunu unutmamamız gerekiyor. Dolayısıyla çocukların haklarına erişimini sağlayacak mekanizmaları hızla geliştirerek bu yönde kamuyu harekete geçirmek gerekiyor.
“Bizim üzerine yoğunlaştığımız alan olan erken çocukluk dönemi, yani 0 – 3 yaş arası çocuklar açısından baktığımızda ikinci bir konu ortaya çıkıyor. Bu yaş grubundaki çocuklar anne ve babalarının veya başkalarının bakımına muhtaç ve bağımlıdır. Dolayısıyla bakım vereninden ayrı olarak düşünülemez.
TIKLAYIN – Kentin Kayıp Sakinleri: Çocuklar
“Çocuk haklarına erişimde, bakım veren kişilerin koşullarını da göz önüne alacak bir perspektif geliştirmeye ihtiyacımız var. En basit örnek olarak şunu verebilirim: açık havada, bir oyun parkında oynamak bütün çocukların hakkıdır. Ama böyle bir parkı tasarlarken, çocuklar oynarken onlara bakım verenlerin nerede oturacağını, nasıl oyalanacağını düşünmezseniz, çocukları o parka götüren olmaz ve bu haklarını kullanamamış olurlar. Dolayısıyla sözleşmenin haklara erişim perspektifiyle özellikle en küçük çocuklar ve bakım verenleri perspektifiyle hayata geçirilmesi için somut adımlar atılmaya başlanmasının olacağını düşünüyorum.”
“En büyük ihlal çocuğun çalıştırılması”
Nilay Etiler (Halk Sağlığı Uzmanı): “Çocukluk dönemi, özellikle de bebeklik, sağlığın en fazla tehdit altında olduğu, bu nedenle de ölüm ve hastalıkların fazla olduğu bir dönemdir. Çocukların sağlık hakkı denildiğinde iki nokta ön plana çıkıyor: sağlıklı bir çevrede yaşamak ve sağlık hizmetlerine ulaşmak. Bunların her ikisi de koruyucu sağlık hizmetleri ile ilişkilidir.
“Türkiye’deki çocukların koruyucu sağlık hizmetlerine erişim hakkı, teorik olarak mevcut olmakla birlikte ülkenin sağlık sisteminden kaynaklı olarak sorunlar barındırmaktadır. Örneğin, çocukların bir takım bulaşıcı hastalıklardan korunmasının en önemli araçlarından biri olan aşılama hizmetleri, pek çok nedenle yetersizdir.
“Bulunduğu yaşa göre tüm aşıları yapılan çocuk sayısı Türkiye vatandaşı grupta yüzde 67, Suriyeli çocuklarda da yüzde 60 sıklıktadır. Bu yetersizliğin bir nedeni, birinci basamak sağlık hizmetlerindeki temel dönüşüm olan aile hekimliği sisteminin kendisidir, aile hekimliği sistemin çocuk sağlığı hizmetlerinin sunumu ile ilgili yapısal sorunlara sahip olduğunu defalarca söyledik. Diğer bir sorun Türkiye’de aşı karşıtı hareketlerin yükselişi ve bunun karşısında Sağlık Bakanlığı’nın eylemsizliğidir.
“Diğer yandan Türkiye’de “çocuk gelin” diye adlandırılan bir gerçek var. Resmi istatistikler çocuk yaşta evliliklerin yıllar içinde azaldığını söylese de, sorun devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan TNSA-2018 çalışmasında açıklandığı üzere, 15-19 yaş grubundaki kadınların yaklaşık %5’i evli ve %3,5’u ya gebe ya da çocuk sahibidir. Üstelik 20 yaş altındaki bu gebeler daha az doğum öncesi bakım hizmeti almakta, daha fazla evde doğum yapmaktadır. Şunu hatırlatmakta yarar var ki, 20 yaş altındaki gebelik ve doğumlar “riskli” olarak tanımlanır. Oysa bu grupta sağlık hizmeti ihtiyacı diğer kadınlardan daha fazla olmasına karşın, hizmete ulaşımlarının daha düşük olduğu görülmektedir. Diğer yandan aynı araştırmanın sonuçları, 15-19 yaş grubundaki evli kadınların %2,5’u 2. eş yani “kuma” olarak evli olduğunu gösteriyor, bu durum da diğer bir çocuk sağlığı sorunudur.
“Çocuk sağlığı hakkının en büyük ihlali şüphesiz ki çocukların çalıştırılmasıdır. Özellikle göçmen topluluklarda, çocukların çalışma yaşının okul öncesi döneme kadar indiğini görüyoruz. Resmi istatistiklerde yer bulmasa da, çocuk işçilerin iş kazaları, yaralanmaları, uzuv kayıpları, ölümleri ciddi bir çocuk sağlığı sorunu olmaya devam ediyor.”
“Çocuk işçilik yasaklanmalı”
Murat Çakır (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi): “Çocuk işçiliği Türkiye’de vahim bir boyutta. İSİG Meclisi verilerine göre 2013 yılında 59 çocuk, 2014 yılında 54 çocuk, 2015 yılında 63 çocuk, 2016 yılında 56 çocuk, 2017 yılında 60 çocuk, 2018 yılında 67 çocuk ve bu yıl da 60 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. Yani çocuk işçiliği önlemeye dair bir politika geliştirilmediği açık. Bu yıl ölen 60 çocuğun 49’u ücretli işçi, 11’i ücretsiz aile emekçisi (çiftçi)…
”Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çocuk işçilikle mücadele etmek ve çocuk işçiliği durdurmak için 2017-2023 yılları için “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı hazırlamış ve 2018 yılını “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı” ilan etmişti. Oysa geçen yıl ve bu yıla bakıldığında çocuk işçi ölümlerinde kısmi olarak artış da gözüküyor.
“İktidarın ve sermayenin çocuk işçiliğinin durdurulması için temennilerini paylaştığı deklarasyonun ardından izlenen tablo Türkiye’de çocuk işçilik sorununun çözülmek üzere değil tam tersine sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ‘güvencesiz emek havuzu’ olarak biçimlendirildiğini gösteriyor. Çok şey söylenebilir ama sözün özü çocuk işçilik yasaklanmalıdır… ”
“Karar almada çocuğun söz hakkı olmalı”
Gözde Durmuş (İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi): “Türkiye’de özellikle çalışan çocukların durumlarına ilişkin verilere ve bu veriler ışığında çok katmanlı olan bu sorunla mücadele edecek etkili işbirliklerine, politikalara ve hizmetlere olan ihtiyaç devam etmektedir. Sözleşmeden çok önce dahi sorun olarak görülerek mücadele edilmeye başlanan çocuk işçiliğinin hala yaşanan hak ihlallerinden biri olarak devam ediyor olması ile yüzleşmek ve artık adımları hızlandırmak şart.
“BM ÇHS ile bir hak olarak tanınan “çocuğun katılım hakkı” ise diğer vurgu yapmak istediğim konu. Çocuklar, kendileriyle ilgili alınan kararlardan en uzun dönemli etkilenecek kişiler oldukları halde bu kararların alınmasında en az söz sahibi olan gruplardandır.
“Katılım, sadece “hak” olduğu için önemli değildir, aynı zamanda diğer hakların etkililiği ve çocukların ihtiyaçlarını karşılayabilecek hizmetlerle sağlanması için de bir ön koşuldur. Yani 30 yılın ardından nerede olduğumuzu ve nelere ihtiyaç duyulduğu sorusunun cevabı çocuklardadır. Bugün çocuklar ve herkes için daha iyi bir dünya için çocukların sesini duymak, görüşlerini dikkate almak bir zorunluluk ve yükümlülük.
“Uluslararası, ulusal, yerel ölçekte, okulda ya da ailede karar alma süreçlerimizde çocukların görüşlerini rahatlıkla ifade edebilecekleri alanlar oluşturmak ve gelen görüşleri dikkate almak konusunda yetişkinlerin atacağı çok adım olduğunu ve bu adımları yetişkinlerin kendi iktidarlarını kaybetme korkusu ve bu konudaki becerilerinin yetersizliği nedeni ile atamadıklarını düşünüyorum. Çocuklarla birlikte bir çocuk hakları hatta insan hakları mücadelesi için yetişkinler “yetişkinlik hallerini” mesele etmelidirler.”
“Cezalandırmaktan çok onarma tavsiyesi”
Cansu Şekerci (Avukat- CİSST Hapiste Çocuk Ağı):
“Sözleşmenin işkence ve özgürlüğünden yoksun bırakmaya karşı korunma hakkını düzenleyen maddesi, çocukların hapsedilmesinin başvurulması gereken son çare olması gerektiğini düzenlemişken Kasım 2018 verilerine göre hapishanelerde 12-18 yaş arası 3.019 çocuğun yüzde 57’si tutukludur.
“Çocuklara idam cezası veya salıverilme koşulu bulunmayan ömürboyu hapis cezalarının verilmesi de yasaklanmıştır. Türkiye mevzuatına baktığımızda çocuklara ömür boyu hapis cezasını öngören bir düzenleme bulunmamaktadır. Öte yandan birden fazla süreli hapis cezasının infazında koşullu salıverilme gerçekleşmesi için kişinin (kural olarak) en fazla 28 yılını infaz kurumunda geçirmesi gerekmektedir.
“Uygulamaya dönüp baktığımızda ise çocukların ciddi bir kısmının adalet sistemindeki alternatif mekanizmalar ve koruyucu önleyici tedbirlerin işlemesinden dolayı onlarca dosyası ve bu dosyalardaki toplam hapis cezasının belki de bir ömür süresine denk geldiğini görüyoruz. Bu durumda çocukların en azından 28 yıl sonra tahliye olacak olmasının, çocuk hakları sözleşmesinin benimsediği amaç ve ilkelerle uyuşmadığını söylemek yerinde olacaktır.
“Çocukların hapishanelerde tutulma şartlarının kendi gelişimleri ve üstün yararlarının gözetilmesi ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır. İnfaz mevzuatında buna dair yeterli düzenleme olmamasının yanı sıra uygulamada yaşanan durumlar, bu görüşü daha çok desteklemektedir. BM’nin adalet sistemine dair çocuklar için cezalandırmaktan çok, onarma yönündeki tavsiyesi, Türkiye’deki düzenlemelerde karşılık bulamamaktadır.”
“Eğitim, temel haktır”
Burcu Meltem Arık Akyüz (Eğitim Reformu Girişimi Eğitim Gözlemevi Koordinatörü): “Temel bir insan hakkı olan eğitim, bireylerin diğer insan haklarından yararlanmalarının ve haklarını arayabilmelerinin de önkoşuludur. Özgür, özgün ve farklılıklara saygı duyan, demokratik toplum yaşamında etkin rol oynayan ve ülkemizin toplumsal ve ekonomik gelişmesine katkıda bulunan yurttaşlar öngören bir eğitim anlayışı, ancak çocukların hakkını bilen ve arayan, başkalarının haklarına saygılı ve kendi eğitimleri üzerinde fikir ve söz sahibi bireyler olarak yetişmesi ile mümkündür.
“Eğitim hakkının, tüm boyutlarıyla ve ülkemizdeki her çocuk için gerçekleştirilmesi farklı paydaşların katılımını içermesi gereken uzun erimli bir hedeftir. Bu süreçte, uluslararası insan hakları belgelerinin çizdiği çerçeve temel dayanaktır. Türkiye, imzacısı olduğu uluslararası sözleşmeler yoluyla, konunun önemini benimsemiş ve bu hedef doğrultusunda ilk adımları atmıştır. Ancak bulunduğumuz noktada, eğitime hak temelli bir bakışın benimsenmesi ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi güçlü bir siyasal ve bürokratik iradeyle kararlı adımlar atılmasını gerektiriyor.
“Çocukların eğitim süreç ve ortamlarında sahip oldukları insan hakları, ayrımcılığa uğramama, gelişme, dinlenme, boş zaman, oyun ve kültürel yaşama katılım, sağlık, görüşlerinin dikkate alınması, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme, bilgi ve belgeye erişim, özel yaşama saygı ve her türlü şiddetten korunma gibi birçok hak ve özgürlüğü içerir.”
“Tablo iç açıcı görünmüyor”
Gülesra Güllü (Çocuk Hakları Savunucusu/Öğretmen):
“Şu an dönüp baktığımızda savaş ve çatışmalardan kaynaklı hala onlarca çocuk yaşamını yitiriyor ya da gelişimini devam ettiremeyeceği şekilde sağlığını kaybediyor. Hala onlarca çocuk kimliğinden, kültüründen, cinsiyetinden, dilinden, dininden, farklı gelişiminden kaynaklı ayrımcılığa maruz bırakılıyor.
“Çocukların üstün yararı gözetilmeden yürütülen politikalarla birçok çocuk şiddete ve istismara maruz bırakılıyor. En temel ihtiyaçlardan olan beslenme, sağlık ve eğitimden her çocuk eşit şekilde faydalanamıyor. Tüm bu hak ihlalleri sistematik bir şekilde devam ederken, hak savunuculuğu yapan kurum ve kişiler de ciddi bir baskı altında mücadelelerine devam etmeye çalışıyorlar.
“Gördüğünüz gibi 30. yılda dönüp baktığımızda tablo çok da iç açıcı görünmüyor. Aslında Türkiye’nin sözleşmeyi bazı maddelere çekince koyarak imzalaması, çocuk haklarına ilişkin aldığı tutumu başından çok net ortaya koymuş oluyor.
“İmzalamış olduğu maddelere ilişkin yükümlülüklerini bile yaşanan bir hak ihlalinin görünür olmasıyla birlikte; kişi ve kurumların baskısıyla, takibiyle ve savunuculuğuyla hayata geçiriyor ya da geçirmek için kısmen adımlar atıyor. Bu durum hakların hayata geçmesi ya da adaletin sağlanması adına umut veren yerden biz savunucuları harekete geçirse de öte taraftan hala çocukların yaşamının korunamaması, çocukların üstün yararını gözetmeden yürütülen ve ayrımcılığı körükleyen politikaların devamlılığı, çekinceli olan maddelerin varlığı ve cezasızlık gerçeğimiz olarak önümüzde duruyor.”
Türkiye’nin sorumluluğu var
Fırat Çiçek (Avukat/ İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi): 20 Kasım 2019 tarihi itibariyle BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 30. Yılına gireceğiz. Fakat hala Türkiye’de ülke gündeminde en çok konuşulan konular arasında çocuk istismarı, çocuk işçiliği ve şüpheli çocuk ölümleri var. Bununla birlikte sözleşmenin tarafı olan Türkiye’nin çocuklara yönelen ihmal, istismar ve şiddete karşı önleyici mekanizması bulunmamaktadır. Yine sözleşme kapsamında pozitif yükümlülüğü bulunan Türkiye’nin derhal çocuk politikasını oluşturmalıdır.