Romanların mücadele ettiği özellikle eğitim, barınma, istihdam, yoksulluk ve ayrımcılık konularını irdeleyen Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı Elmas Arus, Türkiye Roman toplumunun panoramasını gözler önüne serdi.
Avrupa’da Roman meselesinin 1970’lerden beri tartışıldığını, Romanların temel haklara erişimiyle ilgili pek çok çalışma yapıldığını aktaran Arus’a göre bu çalışmaların Türkiye’ye yansıması 2000’li yılları buldu. Özellikle 2010’da yapılan Roman Açılımı ile birlikte Romanlar, hızla dernekleşme sürecine girdiler. O zamana kadar parmakla sayılacak kadar az sayıda dernek varken şu sıralar 400’ün üzerinde Roman sivil toplum örgütü mevcut.
Bu örgütlerin tabana ne kadar temas ettiği tartışılır ancak bu sayının çokluğu, Romanların artık örgütlendiğini gösteriyor. Kimisi ihtiyaç odaklı, kimisi siyasi partilerin yanında olmak için bir arada. Hak temelli çalışan derneklerin sayısı ne yazık ki çok az.
Sorunların çözümüne Romanların dahil edilmediğini söyleyen Arus, “Romanlarla ilgili çalışmalar, Roman olmayanların ürettiği politikalarla yapılıyor. Ne kadar politika üretirsen üret, ne kadar bütçe ayırırsan ayır, sahada değişim sağlamıyor. Çünkü Roman örgütleri katılımcı değil. Ezber cümlelerle masa başında Romanların hayatı değişmiyor, onlara kulak vermek gerek” şeklinde konuşuyor.
“Öğretmen çözümleyici ve barıştırıcı olmalı”
Romanların temel eğitime erişemediğini, erişenlerin de okula devam sorunu yaşadığını kaydeden Arus, Roman bir çocuğun okula başlama hikayesini şöyle özetliyor:
“Çocuk okula başlıyor ve belki de ilk kez kendi toplumu dışındaki bir toplumla karşılaşıyor. Bu toplumun dinamikleri farklı; rica etmek, teşekkür etmek gibi toplumsal kurallar var mesela. Çocuk bunları bilmeyince ve yapmayınca ‘kaba çocuk’ diye yaftalanıyor. Diğer çocukların ailesi, ‘bu çocuk hijyenik değil’ deyip kendi çocuğuyla yan yana oturmasını istemiyor. Burada öğretmenin çözümleyici ve barıştırıcı olması gerekirken o da çocuğa ‘yıkan gel’ diyor. Evde su var mı, banyo var mı? Arka planını düşünen yok.
İzzetpaşa’da birebir çalışma yaptığımız için örnek vereyim. Öğretmenler çocukların geç gelmesinden şikâyet ediyordu. Ailelere ‘çocuklarınızı erken yatırın’ diye telkinde bulunuyorum. Fakat ailenin hayatına bakıyorsunuz, anne çiçeğe gidiyor ve gece 12’de geliyor. Baba geç saatlere kadar hurda topluyor. Çocuk evde yemek bekliyor veya kardeşlerine baktığı için geç uyumak zorunda. Sabah erken kalksa bile parası yok. İzzetpaşa’daki poğaça dağıtımında sıraya girip 1 poğaça alıyor. Onu alamadıysa okula aç gidiyor. Bu sefer derse konsantre olamıyor, okulda aç durmak istemiyor. Evde parası olmasa bile bir şekilde geçiştiriyor. Kabul edelim, aynı koşullarda yürümüyoruz. Şartlarımız aynı değilken bu çocuktan diğer çocuklar gibi davranış bekleyemeyiz. Romanların gerçekliği bu. Çözüm ne? Sosyal politikalar üretmek. Örneğin Edirne’de çözüm üretildi. Valilik çocuklara 1 poğaça, 1 süt projesi başlattı. Bu, çocukların okula devamlılığını yüzde 80 artırdı. Proje devam etmiyor ama çıktısı önemli.”
Arus’a göre, Romanların ağırlıklı olduğu okullardaki öğretmenler, buraları geçiş yeri gibi görüyor. Çocuklara yatırım yapmıyor, özverili davranmıyor. Hatta sağlıklı Roman çocukları rehabilitasyon merkezlerine yönlendiriliyor. Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin yürüttüğü Azınlık Hakları Grubu tarafından yapılan saha çalışması, bu tür uygulamaların İstanbul, İzmir, Gaziantep, Kilis, Antakya ve Manisa şehirlerinde yapıldığını ortaya koydu. Sivil toplum çalışmalarıyla bu yanlıştan büyük oranda geri dönüldü.
Diploma aldıktan sonra ayrı bir mücadele başlıyor
İlkokul süresince bir çocuğun karşılaştığı zorlukları aktaran Arus, orta öğretime erişen ve bitirenin çok az olduğunu söylüyor. Liseyi, özellikle üniversiteyi bitirenlerin parmakla sayılacak kadar az olduğunu belirten Arus, “Okul bitince mahallelere rol model olmak bile ekstra çaba istiyor. Diplomayı alınca Romanlıktan çıkmıyorsun. Ayrımcılık devreye giriyor. İş görüşmesinde adrese bakıyorlar: Kuştepe. ‘Çingenelerin oturduğu mahalle’ diyorlar, iş vermiyorlar. Çok azı iş bulabiliyor” diyor.
Başkan Arus, Romanların 80’lere kadar elekçi, sepetçi, kalaycı olarak çalıştığını, geleneksel mesleklerin kaybolmasıyla birlikte hurda toplayıcılığı, seyyar satıcılık, ayakkabı boyacılığı gibi işler yaptıklarını söylüyor.
“İstihdamın önünde engeller var”
Romanların istihdamına yönelik çalışmaların Roman Strateji Belgesi’nde yer aldığını ancak burada da çeşitli bariyerlerle karşılaştıklarını aktaran Arus, “İŞKUR’un ‘Toplum Yararına Programlar’ı (TYP) var ancak yararlanabilmek için okuma yazma bilmek gerekiyor. Ya da Romanların 1 ay ev geçindirecek birikimi yok ki 1 ay kursa devam edebilsin” diyor.
Toplumun yüzde 80’inin okuma yazma bilmediğini söyleyen Arus, erkeklerin genelde askerde okuma yazma öğrendiğini, kadınların ise öğrenecek alan bulmakta zorlandığını ifade ediyor. Roman mahallesi olduğu için İzzetpaşa’da açtıkları toplum merkezine öğretmenlerin gelmek istemediğini aktarıyor. Acilen sosyal politikalar geliştirilmesi gerektiğini düşünen Arus’un ifadesiyle, kamu kurumları ve politika yapıcılar Romanları anlamıyor. Onlar kendi anladıkları Romanı yazıyorlar ama onların gerçek hikayesini yazmalılar.
“5 aile 2 odada yaşıyorsa bu da evsizliktir”
Roman mahallelerindeki evlerin barınak şeklinde olduğunu, ailelerin bir arada yaşadığını söyleyen Arus, “5 aile 2 odanın içerisinde yaşıyorsa bu da evsizliktir. Romanlar asgari şartlarda iyi denebilecek evlerde yaşamak istiyorlar. Asgariden kasıt; mutfağı, tuvaleti, banyosu, elektriği ve suyu olan evler…” diye ekliyor.
Sulukule, dolayısıyla kentsel dönüşüm de akla geliyor. Arus’un ifadesiyle, “Politika yapıcılar kentsel dönüşümün herkes için olduğunu söylüyor ancak Romanlar mağdur oluyor. Zira mahallelerin bir dinamiği var. Bakkal veresiye veriyordur, biri 50 kuruşluk yemek satıyordur vb. Hayatta kalma stratejisi belli. Bir anda başka strateji kurmaya kalktığınızda evler değil, hayatlar dağılıyor.”
Kentsel dönüşüm yerine sosyal dönüşüm
Arus, sosyal dönüşüme dikkat çekiyor:
“Sulukule’deki Romanlar kentsel dönüşümün en görünür mağdurlarıydı. Ellerine üç kuruş verildi, Taşoluk’a apartmanlara gönderildi. Ancak orada duramadılar, para kazanabilmek için şehrin merkezine gelmek zorundalar. Balat, Gaziosmanpaşa gibi yerlere dönüp hayata tutunmaya çalıştılar. Bu insanlar gittiği yerde ne iş yapacak, okuma yazma bilmiyor, toplumun diğer kesimi kabul edecek mi gibi sorular ve sorunlar başlıyor. Madalyonun diğer tarafında ise yerlerin değerleneceğini düşünüp aldığı parayla yoksulluk zincirini kıracağını düşünenler veya yerinde iyileştirme isteyenler var. İhtiyaç neyse Romanlarla birlikte planlama yapılmalı ve sosyal dönüşüme de kafa yorulmalı.”
“Ayrımcılık derin ve sistematik”
Romanlar için yapılan her şeyin lütuf gibi sunulduğunu vurgulayan Arus’a göre, bu durum ayrımcılığın derin ve sistematik olduğunun işareti.
“Romanlar yüzyıllardır maruz kaldıkları ayrımcılığı kabullenmiş halde. Sivil toplum örgütlerinin çokluğu bu ayrımcılığın önlenmesi için bir araca dönüştü. Romanlara yapılan sosyal dışlanma ve ayrımcılık görünür hale geldi. Yasalarda Romanlara yönelik ayrımcılık yer almasa da toplumsal ayrımcılık var.”
Politika yapanların Romanlarla ilgili “Proje yaptık ama değişmediler” gibi bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyen Arus’a göre sorunlara yönelik bakış açısı olmadığı için projeler, sürdürülebilir değil.
“Romanların mağdur oldukları alanları bütünleşik düşünmek gerekir. Örneğin ilk hedef, çocukların eğitime erişimini sağlamaksa koşullar yerine getirildikten sonraki süreci de planlamalıyız. Diyelim koşullar iyileşti, çocuk okula devam ediyor ancak eve gelip ders çalışacak ortamı yoksa yine başarı sağlayamayız. Dolayısıyla barınma sorununu da çözmeliyiz. Okudu, mezun oldu, istihdamını da düşünmeliyiz. Ayrımcılıkla karşılaşıyorsa bununla da mücadele etmeliyiz.”