Bolu Belediye Başkanı’nın mültecilerin faturalarına zam yapacağını açıklaması ve ayrımcı sözleri, Arzu Sabancı’nın “ülkemde mülteci istemiyorum” lafı ve Van Valisi Mehmet Emin Bilmez’in Türkiye-İran sınırına duvar örüleceğini söylemesi ve ardından çoğalarak gelen ve özellikle sosyal medyada yer alan pek çok nefret söylemi…
Peki, bütün bu sözlere, ifadelere, davranışlara maruz kalan çocuklar neler hissediyor? Mülteci çocuklar neler yaşıyor… Türkiyeli arkadaşları nasıl tepki veriyor?
“Çocuklarla ırkçılığa karşı konuşun”
Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman, dünyada, ülkede, mahallede, sokakta ya da ev içinde; hayatta olan biten her şeyin çocukları da etkilediğini bir kez daha hatırlatıyor.
“Çocuklar medyada yer alan pek çok şeyi elbette anlıyor, görüyor ve hissediyor. Irkçılığa, ayrımcılığa maruz kalmak, tanığı ya da faili olmak hiçkimseye iyi gelmeyeceği gibi çocuklara da iyi gelmiyor. Onları yaşam kaybına varacak kadar ihlallere maruz bırakıyor ya da şiddet faili yapıyor.
“Her ikisinde de sorumluk başta devletler, karar vericiler olmak üzere ‘güvenlik’ sorununu başat hale getiren, eşitliğe, barışa karşı politikaları destekleyen, tüm bunlar için gerekçe uydurarak meşrulaştıran ya da görmezden gelen yetişkinlerin… Irkçılığa, ayrımcılığa karşı çocukları güçlendirmekte olduğu gibi…”
“Anlamaya, anlamlandırmaya ihtiyacı olabilir”
Koman ayrıca eşitlikten, barıştan yana olan herkesin belki de bugünlerde çocuklarla ırkçılığa, ayrımcılığa karşı konuşması gerektiğini de söylüyor.
“Çocukların anlamaya, anlamlandırmaya ihtiyacı olabilir… Bunun için dünyada bazı örnekler var. Özellikle George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından ABD’de çocuklar için hazırlanmış kitaplar, programlar mevcut. Önemli olan ırkçılığa, ayrımcılığa karşı durmak ve kendimizi bu çabanın bir parçası haline getirmek.”
Yoksulluk, çatışma, savaş…
Samsun Barosu Yönetim Kurulu Üyesi, Mülteci Hakları ve Çocuk Hakları Komisyonu Başkanı avukat Lemi Keleş ise Eylül 2020’de Samsun’un Vezirköprü ilçesinde öldürülen Eymen Hammami isimli Suriyeli gencin yargılamasını izlerken hususi bir yönün göze çarptığını söyleyerek bu konuyu yorumluyor:
“Artık medyadaki nefret söylemlerinin arttığı ve topluma da sirayet ettiği dönemlerde bu söylemlerden etkilenen bir çocuğun bir başka çocuğa zarar vermeyi, hatta öldürmeyi dahi tahayyül etmeye başlamasının vahametini ciddiyetle sorgulamak zorunda olduğumuz bir dönemeçteyiz. Nefret ve ayrımcılık eylemlerine karşı korumayı da kapsayacak multidisipliner bir çocuk koruma politikası geliştirmenin tartışmaya açılması zaruri bir gereksinime dönüşmüştür.
“Tamamen erişkinler tarafından kurgulanmış bir dünyada yaşa(tıl)dığımız gerçeği hepimizin üzerinde kolaylıkla konsesusa varabileceği bir gerçektir. Yoksulluk, çatışma, savaş, eşitsizlik, ayrımcılık ve nefret söylemleri, kutuplaşmaların gölgesinde yüzlerce problemin iltica yazgısıyla yüzleştirdiği milyonlarca insan olduğunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. Ancak tüm bu yaşananların etkilediği en büyük kesim kuşkusuz ki yine çocuklar… Gözlerinin önünde olup biten olaylarla ilgili çocukların düşünceleri ve tavırları hiç sorulmaksızın olan bitene sadece sessiz bir seyirci konumunda kalmalarını isteniyor.
Küçük yaşlardan itibaren öğretilmeli
“Çocukların ayrımcılık ve nefret saçan söz ve eylemlerle yüzleşmesinin önüne geçmenin onların rol model aldığı ebeveyn ve bireyleri dönüştürmekten geçtiğine dair bir inanç besliyorum. Özellikle çatışma ve savaş gibi ilticayı zaruri kılan güç hayat koşullarından aileleriyle kaçıp gelen çocukların iltica ettikleri ülkedeki sosyal gerginliklerden de çok fazla etkileneceği hepimizin malumudur. Türkiye’de gerçekten ayrımcılık ve nefret suçları konusunda hukuk okuryazarlığının dahi henüz tam anlamıyla yerleşikleşmediği bir zeminde toplumun bu konudaki bilincinin arttırılması önemli bir başlangıç noktası olacaktır.”
Keleş ayrıca bir bireyi ayrımcı söylemlerle ötekileştirmenin ve ırkı, milliyeti, inancı, düşüncesi gibi sebeplerle ona hakaret etmenin ahlaki kötülüğünü küçük yaşlardan itibaren çocuklara öğretilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
“Önyargı, bilgi kirliliğinden en çok etkilenen kesim”
Özyeğin Üniversitesi’nde Çocuk Hukuku ve Sosyal Koruma Hukuku dersleri de veren Doç. Dr. Sevgi Usta ise uluslararası toplumun Türkiye’ye biçtiği rolün, ülkenin içinde bulunduğu koşulları daha da ağırlaştırdığı endişesi, önyargılar, bilgi kirliliğinin sonuçlarından en çok etkilenen ve sonuçlarını en ağır biçimde yaşayacak olanın – yine uluslararası toplumun ‘en hassas’ olduğu çocuklar olduğunun altını çiziyor.
“Mülteci, sığınmacı olarak ülkesinden kaçmak ve başka bir ülkeye sığınmak durumunda kalma hali ve sürecinin çocukların yaşam ve gelişimleri üzerindeki olumsuz etkisi tartışılmaz. Mevcut durumun ortaya çıkmasında hiçbir sorumluluk taşımayan ama en görülmez ve en savunmasız olanlar da çocuklardır. Çocukluk dönemi, başlı başına yaşa dayalı ayırımcılık zeminlerinden biridir.
Çocuk ve mülteci olmak…
“Mülteci olan çocuklar için yabancılık unsuru da ayırımcılık zeminlerinden ikincisidir. Dolayısı ile çocuk ve mülteci olmak zaten başlıbaşına iki ayırımcılık zeminini içermektedir. Çocuk ve yabancı olmaları yanında, içinde bulundukları sosyo-ekonomik durumlarının koşulları ayrımcılığın daha da derinleşmesine sebep olur. Her çocuğun eğitim, sağlık, sığınma ve her türlü istismar ve kötü davranıştan korunma haklarının sağlanması yanında, sağlıklı gelişimi için temel unsur olan, hayatında sürekliliğin olması yakın ve uzak geleceğinin belirli hiç olmazsa öngörülebilir olmasıdır.
“Çocukların geleceğini daha da belirsizleştirir”
“Mülteci çocukların, karşı karşıya oldukları bu çok ağır durum yanında, bulundukları ülkede yaşayan insanlar tarafından istenmemeleri ve bunun nefret söylemi ile ifade edilmesi sonucu meydana gelen korku ortamı ve bu ortamın hizmet verici kurum ve kuruluşlara etkisi, doğrudan çocukların hak ve hizmetlere erişimini güçleştirmek, engellemek yanında geleceklerinin belirsizliği daha da derinleştirecektir.”